27 Ara 2006

YAŞLI ADAM VE TAVŞAN

YAŞLI ADAM VE TAVŞAN

"Bu yaşta ne işin var senin avda?" diye çıkıştı hanımı. “Hiç akıl kalmadı artık, geçti senden o devirler geçtiii ! Bak hiç dinliyor mu beni?”

Yaşlı adam bir yandan çantasını hazırlarken bir yandan da acı acı gülümsüyordu. Bunca yıllık hanımıydı. Doğru söylüyordu. Artık eskisi gibi sağlam ve çevik değildi. Ama bu avcılık laf dinler, söze inanır birşey değildi ki... “Bana bir şey olmaz, ben eski toprağım” dedi yarım ağızla. Ama bunu söylerken bile, bir yandan çantayla uğraştığından nefes nefese kalmıştı. Dediğine kendisi de pek inanmadı. “Bana laf edeceğine dolaptan şu yarım helvayı çıkar da içim ısınsın” dedi. Hanımı yine söylene söylene ekmek arası helva yapmaya gitti. Helvayı eskiden beri çok severdi.

**

Yaşlı avcı içini ısıtan helvanın ağzında bıraktığı hoş tadıyla yola çıktı. Çiftesi omzunda asılıydı. Ayağındaki deri çizmeler yürüdükçe kara batıyor, yaşlı adam zorlukla yürüyebiliyordu. Köy yolundan çıkarak yavaş yavaş ardıçların başladığı ve meyve bahçelerinin bittiği meyilli arazilere doğru yöneldi. Buralarda gençliğinde ne çok avlandığını düşündü. Eskiden türlü türlü av hayvanlarının olduğu bu sırtlarda şimdi çok az hayvan kalmıştı.

Karda bata çıka yavaş yavaş yamaca tırmanmaya başladı. Bir yandan da ölen son köpeğini düşünüyordu. Elinden bir çok köpek gelmiş geçmişti. En sonuncusunu sadece sevimliliği nedeniyle almıştı. “Av yapmazsa yine de beslerim keratayı” diye düşünmüştü. Tarzan adını vermişti ona. İrlanda seterine benzeyen, yumuşak başlı, yakışıklı ve güçlü bir köpekti. Kırma gibi görünüyordu, ancak avcı onu bir av köpeği gibi yetiştirmeye kararlıydı. Onunla kaç kere ava gitmişti. Tarzan bıldırcınları sıkıp sıkıp getirdikçe sabır göstermişti. Sıkı bir eğitim sonunda havalide namlı bir köpek olmuştu Tarzan. Onunla yaptığı keklik avlarını, beklediği ördekleri, uçurduğu bıldırcınları hatırladı. Tarzan’ı özlüyordu.

**

Yaşlı avcı önündeki çalıdan korkuyla fırlayan karatavuğun sesiyle irkildi. Yüreği hızla çarpmıştı. Gülümseyerek, ciyak seslerle bir başka çalıya doğru hızla uçan karatavuğun peşinden baktı. Simsiyah tüylerini, portakal sarısı gagasını göremez oluncaya kadar seyretti. Karatavuk uzunca süzüldükten sonra birden çalının içine giriverdi.

Bir adım daha atınca bir kestane kargası bet sesiyle uçtu. “Hayvanların ürkmemiş olması iyiye işaret” diye düşündü avcı. Çalı topluluğunu geçince arkasından da üç dört saksağanın uçtuğunu farketti.

Tüfeğin askısını omuzundan indirdi. Artık avlakta sayılırdı. Mandalını yana iterek tüfeğini kırdı. Namluları iyice açarak içlerine baktı. Gün ışığı namluların içinde parıldayarak avcının gözüne kadar ulaştı. İndirdiği tüfeği kırık bir şekilde kolunun altına kıstırdı. Belindeki eski deri beldenlikte dizili olan fişeklere baktı. Yanyana duran iki fişeği özenle namluya koydu. Kapattı, namlunun kapanmasıyla çıkan tok ses hoşuna gitti. Tüfeği diğer kolunun üzerine alarak yürüyüşe devam etti.

Kar bütün gece yağmıştı. Tepelerin arasında kalan oyuklara kar dolmuş; farkında olmadan düşecek olanları bir tuzak gibi bekliyordu. Uzun otların bile sadece yalnızca üst kısımları karın üstünde kalabilmiş, gerisi ise başını eğerek karda görünmez olmuştu.

Yaşlı avcı güneşin karın kalınlığını azalttığı yerde izler gördü. Birbirine yakın iki tane yanyana, iki tane de ardı ardına izlerdi bunlar.. “Tavşan” dedi kendi kendine.. Ayak izleri birbirine yakın olduğuna göre hayvan telaşsız bir şekilde yayılmıştı buralarda... İzler küçük daireler çiziyor, gidip geri geliyordu. Eğildi, ayak izlerine dikkatlice baktı. Patilerin ucundaki tırnaklar koşarken küçük kar tutamlarını öne doğru atmıştı. Kenarları da keskindi. Bunlar yeni izlerdi. Tavşan buralarda olmalıydı.

Tüfeğini daha sıkıca kavrayarak yavaş yavaş yürümeye devam etti yaşlı adam. Uzaktaki tepelerde kar eridikçe meşeler kahverengili siyahlı belli olmaya başlamıştı. Rüzgar estikçe ağaçların ve çalıların başındaki kar yığınları yere düşüyor ve her seferinde tetikte duran avcının heyecanlanmasına sebep oluyordu.

Önündeki küçük tepeyi aşması gerektiğini düşündü. Tepenin arkası güneşi görüyordu. Kar kalınlığı fazla olmadığından yürümesi kolay olurdu. Hem de ekin tarlası nispeten düzdü. Meşeleri arkasında bırakarak tepeyi tırmanmaya başladı. Farkında olmadan nefesi sıklaştı. Sırtı karıncalandı. Galiba terliyordu. Yavaşladı. “Fazla zorlamaya gerek yok” dedi kendi kendine. Hasta olursa karısı bakmazdı, o kadar da söylemişti. Kar tepenin bu tarafını epeyce doldurmuştu. Zorlukla tepeye geldi. Yavaş hareketlerle öbür tarafa geçmeye hazırlandı.

Ekin tarlasının eriyen karları arasında bir hareket farketmesiyle tüfeğini omuzlaması bir oldu. İri bir tavşan önünden kalkmış, karda bata çıka koşmaya başlamıştı. Yaşlı avcının ilk atışıyla tavşan sola doğru manevra yaptı, ancak arkasından hemen ikinci atış geldi. Tavşan olduğu yerde debelenmeye başlamıştı. Avcı derin bir nefes bıraktı. Hemen tavşanın yanına doğru koştu. Hayvan debelenirken karının altındaki beyaz tüyleri bir görünüp bir kayboluyordu. Avcı hemen bıçağını çıkardı. Tavşanı yakaladı, ayaklarını tutarak keskin bıçağı boğazına çaldı. Koyu kırmızı bir kan çıkmaya başladı. Beyaz kar kırmızıya boyandı. Avcının elinin altındaki bacakların gücü yavaş yavaş kayboldu. Tavşanın vücudu kasılmayı bırakıp düzensiz bir seyirmeye başladı. Yaşlı avcı tavşanın ayaklarını bırakarak doğruldu. Bıçağını kara silip cebine attı.

Tavşana baktı. Epey iri bir tavşan sayılırdı. Nefeslendi. Tavşanı çevirdi, erkekti. “Bu da iyi” diye düşündü. Tavşanın sırtı siyah ve kahverengi tüylerin birleşmesi ile iyice koyu bir hal almıştı. Başına çöktü. Tekrar bıçağını çıkardı. Hayvanın karnını boydan boya yardı. İçini boşalttı ve boşalan karına kar doldurdu.

“Çok şükür” diye düşündü. “Bugün de boş değiliz”. Tavşanı inceledi. İlk atışı tavşanın sırtını saçmayla doldurmuştu. İkinci atışında da başını vurmuş olmalıydı. Kulaklarında delikler oluşmuştu. “Şimdi bunun eti amma da kanlanmıştır” dedi kendi kendine...

Etrafına baktı. Güneş yeniden kara bulutlara girmeye hazırlanıyordu. Bulutların halini beğenmedi avcı. Geri dönse iyi olurdu. Doğa bir kere daha, ona vereceğini vermişti. Tavşanı çantasının üzerine koydu, etrafına da bir iple doladı. Tüfeğine yaslanarak doğruldu, yola koyuldu. Eve dönerken gözleri, çökük yuvalarının içinde, kardaki izlere bakıyor ve hayalinde hatıralar uçuşuyordu.

Mehmet Ekizoğlu

Hiç yorum yok: