15 Eki 2007

HOLLANDA RAPORU


Geçtiğimiz Eylül ayında Hollanda’daydım. Aydın ve Büyük Menderes Platformu adına, Hollandalılarca tarafından organize edilen Taşkın Riski Yönetimi ve Avrupa Su Çerçeve Direktifi kursuna katıldım.

17 – 28 Eylül 2007 tarihleri arasından Rotterdam’da gerçekleştirilen kursa ülkemiz DSİ Genel Müdürlüğü, Çevre ve Orman Bakanlığı, Enerji Bakanlığı, İller Bankası gibi kurumların temsilcilerinin yanısıra, Bulgaristan, Romanya, Hırvatistan, Sırbistan ve Makedonya su yönetimi uzmanları ve yöneticileri de katılmışlardı.

Kursta öğrendiklerim nispeten teknik ve anlatması uzun sürecek konular.. Bunların içinde doğal hayatımızı ve neticede tüm avcılarımızı ilgilendiren bazı hususlar var. Bunları maddeler halinde, sizleri sıkmamaya çalışarak özetlemek isterim.

Su Çerçeve Direktifi neleri öngörür?

- AB, 2000 yılında yürürlüğe giren yeni Su Çerçeve Direktifi ile su kaynakları yönetimine entegre ve modern bir yapı getirmiştir. Direktif, su kaynaklarının yönetilmesinde katılımcılığı öngörür ve amaçları şu şekildedir:

1- Sulak ekosistemlerin korunması, geliştirilmesi ve azalmasının önüne geçilmesi,
2- Sürdürülebilir su kullanımının geliştirilmesi,
3- Alınacak önlemlerle sulak alanların korunması,
4- Yer altı suyu kirliliğinin azaltılmasının sağlanması,
5- Kuraklık ve taşkınların etkilerinin azaltılması.

Nehir-için-yer yaklaşımı nedir?

Set inşası, nehir tabanının kazınarak alçaltılması, nehrin daraltılarak arazi elde edilmesi gibi yöntemlerin aslında taşkın ihtimalini artırdığı ve asıl taşkın zararlarını çok büyük oranda artırdığı anlaşılmıştır. Set inşasıyla nehirlerin getirmiş olduğu yük anlamına gelen sedimantasyon artmakta, kısa zamanda nehir tabanı yükselerek hem setler kısa zamanda işlevsiz hale gelmekte, hem de taşkın ihtimali artmaktadır.

Öte yandan setlerin yükseltilmesi, kanallar inşa edilmesi gibi eski yöntemlerin maliyetleri kadar fayda temin etmediği, bilakis risk, tarımsal fayda ve çevresel etkileri nedeniyle ekonomi üzerinde büyük yük oluşturdukları anlaşılmıştır.

Son dönemlerde belirgin hale gelen başka bir etki de doğal taşkın yataklarının yok edilmesiyle topraktaki su oranının düşmesi, böylelikle toprağın irtifa kaybetmesi ve organik açıdan çeşitliliğinin (verimliliğin) azalması olmuştur.

Nehir-için-Yer yaklaşımının temel amacı nehirlerin taşıma kapasitelerinin doğal yollardan artırılarak hem doğaya uygun hale getirilmesi, hem de taşkın ihtimalinin azaltılmasıdır.

Nehir-için-yer yaklaşımının içerdiği bazı önlemler şu şekilde özetlenebilir;

- Nehre yakın ikincil kanalların yeniden inşası veya açılması,
- Taşkın alanlarının genişletilerek taşıma kapasitesinin artırılması
- Varsa, setlerin doğal taşkın alanlarının arkasına çekilmesi
- Doğal taşkın alanında uygun bitki örtüsünün yerleşmesine imkan tanınması
- Köprü, yol gibi suni engellerin genişletilerek nehrin dar boğaz yapmasına engel olunması.

Bu gibi önlemlerin uygun yerlerde kombinasyonlar halinde alınması sonucunda, nehirlerde yüksek su seviyesi yaşanması halinde taşkın ihtimali büyük ölçüde azalmakta ve nehirlerin güvenli akışı temin edilmektedir.

Öte yandan nehirlerin getirmiş olduğu yüksek suların ve besleyici maddelerin taşkın alanlarında ve ikincil kanallarda tutulması sayesinde, çevredeki alanlar hem su açısından, hem de toprağı besleyici maddeler açısından yarar göreceklerdir.

Bu çözümler çevreyle uyumlu ve nehrin ekolojik yapısını restore edici ve biyolojik çeşitliliği artırıcı niteliktedir. Bu önlemleri uygulayan ülkelerde doğal taşkın yatakları ve ikincil kanallar aynı zamanda rekreasyon alanı olarak da kullanılmakta ve gelir getirmektedir.

Nehir-için-yer önlemleri bu bakımdan, bir çok Avrupa ülkesinde ve dünyada pek çok ülkede doğayla uyumlu taşkın koruması tekniği olarak kabul edilmekte ve uygulanmaktadır.

Sonuç

Modern dünya artık sularla oynamayı ve nehirleri, gölleri düşman olarak görmeyi ve onlardan hesapsızca yararlanmayı bırakmıştır. Modern insan suyla dost olma, doğal hayatı eski haline geri getirme amacındadır. Bu ABD’de de Avrupa’da da böyledir. Örneğin Hollanda’da yıllar önce taşkın suları altında kalan bir bölgenin doğal yapısı itibariyle yeniden kurutulmayarak sulak alana ve tabiat parkına dönüştürülmüş olduğunu ibretle izledik.

Ülkemizde, bunları gördüğü halde eski akıl ve bilimdışı uygulamalarını sürdürenler, bunları savunmaya devam edenler hala bulunmaktadır. Bu çevreler mazeret olarak da “ABD ve Avrupa’nın zengin memleketler olduğunu, onların şartlarının bize uymayacağını” söyleyip doğaya düşman tavırlarını devam ettirmek istemektedirler.

Doğa statik bir yapı değildir. Doğaya yapılan tüm müdahaleler bir şekilde geri dönmektedir. Bugün dudak büktüğünüz uyarılar ileride “ben demiştim” şekline dönüşmemelidir. Modern ülkelerin uygulamaları, bilimin ve aklın emridir. Bugün ülkemizde olduğu gibi, mantık dışı, eski kafayla devam ettirilen politikalar daha pahalıya mal olmaktadır.

Vakit geçirilmeden dünyanın gitmekte olduğu istikametin, bizim devletimizce ve kamuoyu tarafından da kavranarak doğru uygulamalara varılmasını bekliyoruz.

Mehmet Ekizoğlu

9 Eki 2007

KÜÇÜK GÖL

Dur biraz daha, sakın uçma!” diye fısıldadı göl ördeğe... “Az daha sabret...” Sazların arasında, kanatlarını titreten yeşilbaş ördek dayanamıyordu. Yaklaşan ayak sesleri ördeğin içinde büyük korkulara neden oluyordu. Göl ördeğin yürek atışlarını bütün benliğinde hissetti. Ördeğin durmayacağını, büyük bir gürültüyle havalanacağını biliyordu. Ondan sonra da bir silah sesi duyulacak ve göl, kanatlı dostlarından birini daha yitirecekti. Bu senaryonun gerçek olduğunu sayısız kere izlemişti. Her defasında da dostu ördeğe “sakın uçma, bekle” demişti. Ama ördeklerin doğası böyleydi. Uçmak zorundaydılar.

Göl pek büyük sayılmazdı. Nehirden kopan bir parçaydı sadece... Ne zaman koptuğunu, nehrin araya alüvyonlarını yığarak ne zaman bu kadar uzakta kaldığını hatırlamıyordu bile.. Küçük göl şimdi nehrin sesini bile duymuyordu. Yalnız çok da ilgisiz değildi. Nehir ona her zaman selam gönderirdi. Nehrin kollarının ovayla buluşturduğu taze dağ kokuları, akıntıyı kucaklarcasına eğilen söğütlerin fısıltıları esintiyle gölcüğe ulaşır ve onu mutlu ederdi. Yerin altındaki çatlak ve sızıntılardan hep hediye sular gelirdi küçük göle...

Küçük göl, nehrin kıymetini bilirdi. Bahar zamanı karlar eriyip, nehre taşınması imkansız taşkın suları geldiğinde, göl bir yolunu bulup imdadına koşardı eski dostunun... O zaman iki eski dost yeniden buluşurlar ve kucaklaşırlardı. Küçük gölcük büyük bir olgunlukla, buyur ederdi nehrin fazla sularını küçücük bedenine... Şişerdi o zaman küçük gölcük... Büyürdü eni boyu. Çevresindeki çamurlu sazlıkları, otlu bataklıkları işgal eder, nehirden aldığı fazla suları bir an önce yutmaya çalışırdı. Kimseye bir zararı olmadan da bu görevini yerine getirip, nehre veda ederdi küçük gölcük... Havalar ısındıkça sularını yavaş yavaş içer ve eski zayıf haline geri dönerdi. Yazın en sıcak ve kurak zamanlarında bu sulara herkesin ihtiyacı olurdu. Göç etmeyen su kuşları, balıklar, sürüngenler, dili damağı kuruyan hayvanlar ve hatta insanlar bile küçük gölcüğü yazın çok severlerdi. Çevre tarlalara kurak zamanda su bile yetiştirdiği olurdu.

İnsanlar gelir, çevresinde piknik yapar, şanslı olanları balık avlardı. Kışın soğuk günlerinde avcılar, buzlu sularda bata çıka köpekleriyle gölün etrafında dolanır, ördek ararlardı.

Bir yaz günü sularını titreten bir gürültülerle sarsılmıştı küçük gölcük... Sazlıkların yanındaki toprak yolda ortalığı inlete inlete kamyonlar ilerliyordu. Kamyonlar göle iyice yaklaşınca geri geri gelmiş ve getirdikleri molozları gölün kenarına yığmaya başlamışlardı. Küçük göl, “Yapmayın, ne olur” dedikçe o gün kamyonlar gitti geldi, her geldiklerinde de daha çok moloz getirdiler ve gölün neredeyse yarısını moloz ve taş toprakla doldurdular.

Küçük göl o günden beri yaralıydı. Sularının önemli bir kısmını, sazlıklarının büyük çoğunluğunu kaybetmişti. Artık ne kadar su gelse de o kısımları dolduramıyor, moloz setlerini aşamıyordu. O günden sonra kötüye gidiş devam etmiş ve insanlar bu sefer moloz yığınlarının üzerine çöp dökmeye başlamışlardı. Şimdi o güzelim ılgın ve söğüt kokusunun yerinde ağır bir çöp kokusu vardı.

Küçük göl olanlar yüzünden kendisinden utanıyordu, hiç suçu olmadığı halde... Artık daha az kuş yuva yapıyor, daha az balık yaşıyordu bünyesinde... İnsanlar da kokudan dolayı gelmez olmuşlardı.

***

Ördek ayak sesleri saz hışırtılarına karışınca daha fazla dayanamadı. Yeşilli mavili kanatlarını suya vurarak açığa çıktı. Gürültüyle sudan havalandı. Gökyüzüne baktı, masmaviydi. Büyük bir gürültü ile bütün gökyüzü karardı.

***

Avcı eskiden beri küçük gölü çok severdi. Yıllar önce avcılığa bu gölde babasıyla adım atmıştı. İlk ördeğini bu gölde vurmuş, bıldırcın ve çulluk avını da bu gölün etrafındaki ılgınlarda ve susam tarlalarında öğrenmişti. İlk aldığı yavru köpeği hep buraya getirmiş, doğanın ve kuşların kokularını ona burada öğretmişti.

Avcı için bu göl kutsal bir yer gibiydi. Gölün kokuları, serinliği, sularının maviliği ona büyük keyif verirdi. Av bulamasa bile köpeğiyle gölün etrafında gezintiye çıkmak ona bütün dertlerini unuttururdu. Gölde bir çok hayvanı görebilirdi. Balıkçıllar, pelikanlar, atmaca ve şahinler, küçük su kuşları, mekeler, su tavukları, toprakta kertenkeleler, sincaplar, bazen bir tilki hep gezilerinde gördüğü olağan şeylerdi.

Epeyce zaman önce göle moloz ve çöp dökülmesine çok bozulmuş ve gidip belediyeye çatmıştı. Belediye başkanı, pişkin bir yüzle gülmüş ve “Ya nereye dökseydik?” demişti. “İstersen senin avluna dökeyim...” Tanıdığı bir milletvekiline dert anlatayım demiş, ondan da “Senin kurt kuş muhabbetiyle bu memleketin işleri yürümez” cevabı almıştı. Onun da yapabileceği bir yere kadardı. Sonuçta memurdu, fazla bir şey diyememişti.

İçinde üzüntüsü, yine de gölü bırakamamıştı. Artık eskisi kadar ördek olmuyordu gölde... Bıldırcınların yaşayacağı yerler de taş toprak dökülünce iyice azalmıştı. Bugün yavru köpeğine eğitim verecekti aslında.

Köpeği gölün kenarına doğru seğirtti. Kuyruğu çılgın gibiydi. Her yeri kokluyor, suya inmekle inmemek arasında kararsız kalıyordu. Onu biraz cesaretlendirmek lazımdı. Bir koku bulduğu anlaşılıyordu. Sazların içine doğru bir taş attı. Köpek taşın gittiği yeri görünce zıplaya zıplaya sazların arasına daldı.

Ördek önce suyun üzerine uçtu, sonra da havalanmaya yeltendi. Avcı tüfeğini çoktan omuzlamış, ördeğin gökyüzüne doğru kanatlarını açmasını bekliyordu. Tetiğe asıldı. Tek atışta ördek havada asılı kaldı. Şapırtıyla suya düştüğünde bu güzel bedende tek hareket bile yoktu.

Avcı köpeğine baktı, köpek kulaklarını dikmiş, büyülenmiş gibi ölü ördeğe bakıyordu. Avcı “al gel oğlum” dedi sertçe...

Köpek avcının komutuyla kendini suya attı. Suda büyük bir güçlükle yüzüyor gibiydi. Ördeği aldıktan sonra ağzını suyun üzerinde tutarak geri döndü. Zarif bir hareketle kıyıya çıktı. Önce bir silkindikten sonra avcıya yöneldi.

Avcı köpeğin ağzındaki yeşilbaş ördeği almaya uzanınca köpeği sırtını döndü. Avcı gülerek köpeğini okşadı, aferinleri sıraladı birer birer... Eline aldığı yeşilbaşa hayranlıkla bakarken köpeği de çevresinde zıplıyordu.

Avcı önce göle baktı, içinden “teşekkür ederim” dedi ördeğini çantasına koyarken... “Korumamız lazım bu küçük gölü” diye düşündü. “Yapabileceğimiz bir şeyler olmalı..”
***

Küçük göl, bir ördeğini yitirdiği için üzgündü ama görünüşe göre bir dost kazanmıştı. “Keşke insanlar hep senin gibi olsa...” dedi göl avcıya...

Avcı yerdeki boş fişek kovanını cebine atarken güneş, bu doğa sevdalılarını selamlayarak ufukta küçülüyordu.

Mehmet Ekizoğlu

11 Haz 2007

Su Panelinde Sorular ve Yanıtları


Gazi Üniversitesinde 17 Mayıs günü gerçekleştirilen "İklim Değişimi ve Su Ekonomisi Paneli"nde panelistlere yöneltmiş olduğum sorular ve yanıtları, Panel yönetimince derlenmiş olup aşağıda sunulmaktadır.




MEHMET EKİZOĞLU- Öncelikle tüm panelistlere sunuşları için teşekkür etmek istiyorum.

İsmim Mehmet Ekizoğlu. Aydın Büyük Menderes Platformunu temsilen burada bulunuyorum. Büyük Menderes havzasının su kaynaklarının ve depolanan su açısından kritik bir sezona girmiş olduğumuzu DSİ Daire Başkanı Sayın Hasan Özlü Bey de dile getirdiler.

Yine kendilerinin sunuşunda bu konuda alınacak tedbirler konusunda depolama tesislerinin artırılması zikredildi.

Bizim havzamızda şu anda inşaatı süren Çine Barajı mevcut, fakat yatırım planlarına bakıldığı zaman en az iki yıla kadar bitirilemeyeceği anlaşılıyor. Sizin de belirttiğiniz gibi, Atatürk Barajından havzamıza su taşınması pek mümkün değil.

DSİ 21. Bölge Müdürlüğü tarafından, söylediğiniz gibi, sulama konusundaki acil krizlerin aşılabilmesi için toplantılar düzenleniyor. Fakat toplantılardan genel önlemler çıkıyor, ama bu genel önlemler acil kriz anlarında pek geçerli olmuyor. Örneğin diş fırçalarken musluğun açık bırakılması, sulamada tasarruf için damlama sistemine geçilmesi vs... Bunlar uzun vadede önemli projeler ama şu anda bir kriz var. Bu krizden de çıkış yolu olarak, rotasyon sistemiyle sulamaya geçilmesi ve bu sistemin jandarma marifetiyle uygulanması gibi bir bildirim elimize ulaştı. Bunun da çözüm olmadığı ama bir tedbir olduğu malumlarınızdır.

Küresel ısınmanın ya da iklim değişikliğinin uzun yıllardır bilinen bir hadise olduğu göz önüne alındığında, DSİ’nin bu kritik havzalarda acil durum planı veya bir (B) Planı mevcut mudur, mevcutsa ne zaman uygulanacaktır?


İkinci sorum yine DSİ’nin görev alanına giriyor; sulak alanlardan bahsettiniz, sunumunuzda kısa geçti, su tutulması, taşkın korunması konusunda sulak alanlar çok önemlidir. DSİ’nin bugüne kadar kurutma tesisleri inşası yapıyordu. Acaba DSİ’nin kurutma tesisleri inşaatı bitti mi, bundan sonra yapılacak mı ve bu kurutulan sulak alanların iadesi yapılacak mı?


OTURUM BAŞKANI- Hasan beye söz vermeden önce bir açıklama yapmak gerekiyor. Kurutma tesisleri yaklaşımı konusunda şu söyleniyor: “DSİ kurutuyor, sulak alanlara su gitmiyor.”
DSİ’nin kanunlara göre hizmet verdiğini hepimiz bilmiyoruz. Kanunda, bataklıkların kurutulması, tarım alanlarına açılması gibi kural varsa, bunu DSİ’ye değil kanun yapıcılara sormanız gerekiyor.

MEHMET EKİZOĞLU (Devam)- Sayın Başkan izin verirseniz son sorumu sormak istiyorum: Havzalarımızda bir havza yönetimi uygulanmakta mıdır, varsa, bu planlar kamuoyuna açıklanacak mıdır?

Teşekkür ediyorum.

OTURUM BAŞKANI- Ben teşekkür ediyorum. Buyurun Hasan Bey.

HASAN ÖZLÜ- Arkadaşımızın dikkatlerine teşekkür ediyorum.

Arzın sınırsız bir şekilde artırılmasının mümkün olmadığını biliyoruz. Sizin sorunuzun temelinde, Menderes Havzasında çekilen sıkıntının tabiî ki farklı sektör kullanıcılarının, sadece arzın değil, Menderes Havzasını kirleten unsurların da suyun kalitesini bozmaya yönelik olarak tüm paydaşları dikkate aldığımızda, hepimiz sorumluluk altındayız.

Evet, suyun sahibi DSİ. Arzın artırılması ve suyun zararlardan korunmasına yönelik olarak Menderes’teki taşkınları da hatırlıyorsunuz; yaklaşık 100 km. bölümde son üç yıldır havzayı düzenlemeye çalıştık. Herhangi bir ani taşkında tarım alanları su altında kalıyordu. Şu anda onlar ne oldu, kontrol altına girdi. Yani, burada bütün paydaşların, kullanıcıların da, kirletenlerin de, kirletmeye tevessül edenlerin de herkesin sorumluluk hissetmesi lazım. O bakımdan bu sene, geçen seneki sahip olduğumuz miktar açısından baktığımızda, üçte bir oranındaki suyun var olduğunu Ekim ayında hissettik. Manzara belli oldu. Yani, yağışların dağılımındaki düzensizlik ve miktar açısından suyu tespit ettik ve hemen tepki olarak en çok suyu kullanan tarım sektörüne durumu izah ettik, anlattık. Zaten onlar da biliyorlar, onlar aslında bilinçsiz falan değil, tam tersine, biz bu toplantılarda bir araya geliyoruz ama onlar her gün gidiyor, barajın seviyesine bakıyor, yağışları izliyor, ona göre de kendi tedbirini alıyor, fakat buna rağmen, “DSİ suyu bulmak zorunda. Biz ekeriz” deyince de, “buyurun kardeşim, ekin.” Başlangıçta, bahar ayında size söylediğimiz şey şuydu: Bu seneki su seviyesi budur, geçen seneye oranla şu kadar su vardır, ona göre daha az su talebi olan bitki türlerini ekin. Öncelik şudur: Öncelik, meyve bahçelerindedir. Kalan suyu diğer alanlara aktarın.

Ekim-dikim alanlarında tüm masrafları yapacaksınız, tohumundan toprak işlemesine kadar hepsini yapacaksınız, ondan sonra su yetersizliği nedeniyle verim alamayacaksınız. Böyle bir şeye tevessül etmeyin. Ne kadar suyun var olduğuna burada hep birlikte karar verelim. Burada konuyla ilgili toplantılar yapıyoruz ama bazı insanlar burada bir şeyleri görmek istemiyorlar. Sorumluluk noktasında ise biz hiçbir zaman için su kullanıcılara jandarma-polis gücüyle müdahale etme yolunu tercih etmeyiz. İşin ayrıca bir de çevre boyutu var. Sizler bu hususları çok iyi biliyorsunuz.
Kurumları itham etmek yerine, yaptıklarını anlamaya çalışmak gerekir. Yanlış varsa, bundan dönmek mümkündür. Mesela sizin kurutma tesisiyle ilgili sorunuza gelince, şu anda yapmakta olduğumuz sulak alanların devamlılığını, hayatiyetini sağlama yönünde yapmış olduğumuz çalışmaları ayrıca sizlere sunabiliriz. Ama gerek Manyas’ta olsun, gerekse Sultansazlığı’nda olsun, bundan sonraki dönemlerde de bu sulak alanların hayatiyetlerini sürdürme konusuna yönelik olarak asgari düzeyde su arzını sağlayabilecek planlarını yapmaya, projelendirmeye devam edeceğiz ama vakti zamanında yapılmış olan, bazı alanların ıslah edilmesi, kurutulması programlarını da değerlendirmeye devam edeceğiz.

Kısacası, su kaynaklarının yönetimi bir bütündür. İçme suyundan, sulama suyuna, enerji üretimine tümünü bir bütün içerisinde ele alıp kaynakların doğru kullanımını sağlamak gerekir.
Çine Barajı’nın bitmesiyle ilgili hususta, çalışmalar devam ediyor. Mecburen, bu sene uygulanmak zorunda olan sistem olarak suyu, yaklaşık 500–550 km.lik bir menbadan Söke Ovasına kadar indirmeniz başka türlü mümkün olamıyor.

Evde kullanılan çamaşır, bulaşık deterjanının miktarı bile doğrudan, kullanılan her damla su, anında toksine dönüşebiliyor. Sayın Rektör Yardımcımızın ifade ettiği bir husus vardı; acaba kullanılan su miktarı gelişmişliğin bir ölçüsü müdür? Yani, kişi başına günde 200 lt/sn su kullanılıyorken, gelişmemiş, suyu temin edemeyen insanlar 5–10 litre suyla hayatlarını devam ettirmek zorundadır. Esasen şu anda yeni yaklaşımlar, Belçika, Danimarka gibi ülkelerde uygulanıyor. Günde, kişi başına tüketilen su miktarının 200 litreden 150 litreye çekilmesi konusunda programlar uygulanıyor. Çünkü kullanılan her bir litre su, hemen atık suya dönüşmektedir. Atık suyu arıtarak doğaya verecekseniz bir maliyeti göze almak durumundasınız. O zaman idareli ve tasarruflu kullanalım.

Biz böyle bir master çalışmasında, Düzce’den başlayıp Edirne’ye kadar olan tüm havzayı içine alan bir belirleme yaptık. Bundan muradımız şu; Düzce’den Edirne’ye kadar olan tüm alanın, Adapazarı, İstanbul, İzmit, Trakya’nın belli kesimini içine alacak şekilde master çalışması başlatıldı.

OTURUM BAŞKANI- Teşekkür ediyoruz.

31 May 2007

Doğal Kaynaklar İdarecisi Jim Capel ile söyleşi

Değerli okuyucular,

Bu defa, avcılık ve yaban hayatı yönetimine yıllarını vermiş olan bir Amerikalı yönetici ile konuşuyoruz. Sayın Jim Capel, Illinois Eyaleti Doğal Kaynaklar İdaresi[1] Bölge Arazi Müdürü. Kendisi yetkisinde bulunan geniş arazilerdeki avcılık, yaban hayatı ve doğal kaynak yönetiminden sorumlu. Kendisi de çok iyi bir avcı olan Sayın Capel’a sizler için sorduk.

Mehmet Ekizoğlu- Sayın Capel, IDNR Illinois Eyaletinde halkı doğal kaynakların kullanımında sorumlu davranmaya teşvik ediyor.

Bu kapsamda, sizin yapmakta olduğunuz işin, halkın doğayla bütünleştirilmesine çalışan daha büyük bir projenin bir parçası olduğunu söyleyebilir miyiz? İşinizi bize detaylı olarak anlatabilir misiniz?

Jim Capel- Kendi açımdan bakarsak, dünyanın en iyi işini yapıyorum diyebilirim. Daha büyük planda etki sahibi olan politikaların belirlenmesinde rolüm var ve bu politikaların uygulanmasında, çevre, yaban hayatı ve insanlar için fayda sağlanmasında daha küçük ölçeklerde çalışıyorum. Yetkim altındaki para ve personel için öncelikler sırası belirleyerek küçük dünyamı şekillendiriyorum.

Illinois Eyaleti Doğal Kaynaklar İdaresi, Parklar ve Rekreasyon Bölümünde Bölge Arazi Müdürü olarak görev yapıyorum. Illinois’in bu bölgesinde 16 ilde idari görevlerim var. Bölgemin yıllık bütçesi 1,2 milyon dolar. 70 kadrolu ve 35 de geçici personelim var. Bu 16 ilde yaklaşık 41 ayrı bölge ve toplam 76 bin hektarlık araziyi yönetiyoruz.

ME- Eyaletin bu bölgesinde halka açık arazilerde yaban hayatının durumu, eski güzel günlerle karşılaştırıldığında nasıl? Bu bölgelerdeki habitatın restore edilip korunmasında siz neler yapıyorsunuz ve sizce bu konuda en iyi politika nedir?

JC- Bölgemizde halka açık arazilerdeki yaban hayatının durumu henüz o eski güzel günlerdeki haline getirilememiştir. Ancak bu yolda önemli mesafe kat ettik ve her geçen gün iyileşme gösteriyor. 2001 yılında IDNR kamu arazilerine girecek olan avcı sayısını kısıtlama yoluna gitti. Bunun nedeni artık bu arazilerde avcılığın, elde tüfek gezinti yapmak haline dönüşmüş olmasıydı. Sadece uzun bir egzersiz yapılmış oluyordu. Sonuçta bu arazilere girecek avcı sayısında kısıtlamaya gidildi ve avlanacak olanlar çekilişle belirlenmeye başladı. Sonuçta amaç, bu halka açık alanlarda yaban hayatı üzerindeki baskıyı azaltmak ve çekiliş sonucunda ava gidecek avcılara kaliteli bir av sağlamaktı. Bunda başarılı olduk.

ME- Bölgenizde yer alan Champaign’de gençler ve diğer avcılar ava açık arazileri rahatça bulabiliyorlar mı? Bu olanakları artırmak için İdarenizin yaklaşımı nedir?

JC- Söylemiş olduğunuz bölgede İdaremizce satın alınarak ava açılan ilk kamu arazisi bizim dönemimizde oldu. Bu zamana kadar bu bölgede halka açık avlak olmamasının sebeplerinden birisi, bu bölgenin topraklarının Eyaletin en verimli topraklarını oluşturuyor olması ve son damlasına kadar ekilmesiydi. Dolayısıyla her metrekaresi son derece pahalı olan bu bölgede yaban hayatı için ayrılacak arazi bulmak zor oldu. 200 hektarlık olan Gifford Habitat Alanı, tarımsal araziden otluk ve çalılık alana dönüştürüldü. Bu da yabani sülün ve diğer yaban hayvanları için bulunmaz bir habitat oluşturdu. Burada avcılık IDNR tarafından yapılacak olan çekilişe göre bir düzen içerisinde yürütülecek. Her sezon sadece 16 gün av yapılacak. Bu yaban hayatı üzerindeki baskıyı sınırlı tutacak ve avlanan hayvan sayısını da kontrol edecek. Bu arazinin bulunmasında ve satın alınmasında Champaign İli Pheasants Forever[2] teşkilatının büyük desteği oldu. Parası ise habitat pulu kaynağından ödendi. Pheasants Forever, yaban hayatının ve avcılık mirasımızın önemini anlayan ve bunun için zamanını, enerjisini ve parasını harcayan olağanüstü insanlardan oluşuyor.

ME- Avlaklara girebilme ve avlanma konusunda geyik avcılarıyla kuş avcıları arasında fark var mı?

JC- Eyaletimizde yetkimiz dahilindeki avlak miktarı sınırlı. Bu sınırlı alanda herkes her istediğini yapamıyor tabii. Çoğu zaman avcıların istekleri çakışıyor. IDNR olarak fırsat eşitliğini sağlamak için çok çalışıyoruz. Politikaları belirledikten sonra bunların arasında avcılara güvenle en çok avlanabilecekleri imkanları oluşturmak için çaba harcıyoruz.

ME- Sizin de iyi bir avcı olduğunuzu biliyoruz. Bu avcı özelliğiniz işinizi yaparken destek oluyor mu, yoksa görevlerinizle çatışmaya düştüğü durumlar oluyor mu? Başka bir deyişle, hem avcı hem de av yöneticisi olmak nasıl?

JC- Tabii ki kendi düşüncelerim, işimi yapma şeklimi etkiliyor. Bilgilerim, tecrübem, düşünme tarzım bana yaptığım işte avantaj sağlıyor. Bütün hayatınız boyunca yapmaktan zevk aldığınız işle ilgili olarak çalışmak çok iyi bir şey ve büyük kolaylık sağlıyor. Geçmişim ve kendi takdirimle karar verirken personelimden ve kamuoyundan gelen bilgi ve tepkilerden yararlanıyorum ve en iyi olduğunu düşündüğüm kararları veriyorum. Sonuçta, hem kamu için hem de yaban hayatı ve çevre için en iyisini yaptığımı düşünüyorum.

ME- Koruma çalışmalarınızda ve yaban hayatı ve avcılık eğitimlerinizde gençlere ve bayanlara özel ihtimam gösteriyorsunuz. Bu benim ülkemde pek olmayan bir şeydir. Hayatında bir daha bu konularla ilgilenmeyebilecek olan çocuklar ve bayanlara binlerce dolar harcamanızdaki amaç nedir?

JC- Amerika’da bazı kesimler, silahları suç işlemek amacıyla kullanan kişilerle, tüfekleri spor ve rekreasyon amacıyla satın alan ve kullanan vatandaşları karıştırma eğiliminde. Bence çok kritik önemi olan bir nokta, bugüne kadar avcılık yapmamış olanları ve gelecek nesilleri silahlar ve avcılıkla tanıştırmak ve onları eğitmek gereğidir. Bu şekilde her Amerikalının silah sahibi olma hakkını tehdit eden bazı kesimlere karşı mücadele edilmelidir. Öte yandan, her eğitimimizde gençlere özel silah güvenliği kursları bulunmaktadır. Bu kurslarda çocuklara, silahları daha iyi anlamaları ve silahlarla beklenmedik bir durumda karşı karşıya geldiklerinde nasıl davranmaları gerektiği konusunda eğitimler veriyoruz.

ME- Aynı zamanda bir çok korumacı kuruluş üyesisiniz. Bu gibi avcılık kuruluşlarının habitat ve yaban hayatına katkıları konusunda ne düşünüyorsunuz? Sizce çalışmaları karşılığında almış oldukları bağışları hak ediyorlar mı?

JC- 12 sene önce bu göreve gelmeden bu kuruluşlarda aktif olarak çalışıyordum. Şuna gerçekten inanıyorum ki, avcı örgütleri çevre ve avcılık üzerinde çok büyük bir olumlu etkiye sahiptirler. Eyalet ve ülke düzeyinde habitata ve yaban hayatına yararlı politikalar ve finansman için lobi yapmaktan tutun da bizzat bu bölgede bir çok alanı yaban hayatı için ayıran ve ekimini gerçekleştiren bu örgütler olmasaydı, yaban hayatı popülasyonları ve yaşamak için ihtiyaç duyduğu habitat şimdiki haline yaklaşamazdı bile..

ME- Sayın Capel, Türk avcılarına iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?

JC- Bir gün umarım emekli olduğumda, sizin ülkeniz de dahil, dünyanın başka yerlerinde avlanmak ve kültürlerini tanımak için seyahat edeceğim. Umarım, dünyanın diğer yerleri de etkin olarak doğal dünyayı koruyacaklardır. O gün geldiğinde ben de yeni yerler tanımak, yeni insanlar görmek ve yeni şeyler öğrenmek için hazır olacağım.

Çok teşekkür ederiz, Sayın Capel.

Mehmet Ekizoğlu

[1] IDNR: Illinois Department of Natural Resources.
[2] Yabani sülün habitatının korunması ve geliştirilmesi için çalışan gönüllü bir kuruluş.

25 Nis 2007

Gelecek için "Rastgele" mi?


Büyük Menderes’teyiz

Büyük Menderes Nehrindeki ilk ördek avını hatırlıyor Ali Altınkaya. Anlatırken o anı tekrar yaşıyor sanki. Ovada Aşağıdip Gölünden Büyük Menderes Nehrine doğru yürürken yüzümüzü serin bir bahar esintisi okşuyor. Aynı esintiyle sallanan geçen seneden kalma kuru sazlar ve bu baharda çıkan yeşil sazlar Büyük Menderes Havzasının bu bereketli sulak alanının yüzlerce yıllık sakinlerinden...

Aşağıdip Gölü

Ali Altınkaya, hem yörenin aydın çiftçilerinden, hem de Yenipazar Avcılar Kulübü başkanı. Çocukluğundan bu yana Büyük Menderes Nehri ile haşır neşir... Ekim zamanı tarlasında toprağı dinleyen Altınkaya, güz geldiğinde aynı topraklarda bıldırcınları ağırlıyor. Büyük Menderes Nehrinin taştığı dönemlerdeki ördekleri, çevredeki tarlaları mesken tutan kazları anlatırken gözlerinin parladığını farkediyoruz.

O sırada yanımızdaki tarlayı süren çiftçinin traktörünün peşindeki leylekler, açığa çıkan koyu kahverengi toprakta kendilerine düşeni toplamakla meşguller...

Aşağıdip Gölü Büyük Menderes'ten, coğrafya derslerinde öğrendiğimiz menderesler çizme özelliği sonucunda bir parça kopması ile oluşan bir göl. Çok büyük bir göl değil, ancak havzada kendisine benzeyen bir çok küçük göl gibi doğal hayat açısından ve yeraltı suları bakımından üstlendiği rol çok önemli.

Menderes’te susuzluk

Ali Altınkaya bize gölün bu bahar yağmurları döneminde olması gereken seviyesini ve şimdi neredeyse bir metre azalmış su seviyesini gösteriyor. Barajlardan verilecek sularla alakası olmayan bu küçük gölün yeraltı suyu ile beslendiği apaçık. Şimdi su seviyesinde görülen azalma da yeraltı sularındaki tehlikeli gidişin bir göstergesi.

Büyük Menderes Nehri, havzanın en önemli su kaynağı... Beslendiği kollar üzerine barajlar kurulmuş. En büyükleri Adıgüzel Barajı ve Kemer Barajı. Bu barajlar izin verirse Büyük Menderes Nehrine ve onun hayat verdiği göllere, topraklara su gelecek. Şu anda nehirde su yok. Barajlar kurak mevsimde sulamaya verebilmek için su tutuyorlar. Susuzluktan nehirde taban toprağı yer yer ortaya çıkmış.

Büyük Menderes Nehrinin ıslahı çalışmaları sonucunda yaklaşık yüz kilometrelik kısımda nehrin tabanı kazınmış ve etrafına setler yapılarak kenarları yükseltilmiş. Nehrin sularıyla eritebileceği kenarlara ise dağdan getirilen kayalar ile destekler yapılmış. Nehrin her iki kıyısında binlerce böceğe, göçmen kuşlara, sincaplara, su samuruna ve daha nice canlıya ev sahipliği yapan söğüt ağaçları, ılgınlar ve sazlıklar sökülmüş, kesilmiş, yok edilmiş. Artık yaban ördeklerinin Büyük Menderes’te gelebileceği bir yuvaları yok. Onun yerine moloz yığınları var.

Islah ve sulama

Açıklanan amaç, taşkını önlemek.. Islah çalışmasının başladığını belirten 24 Kasım 2004 tarihli bir gazete haberinde “amacın sulama mevsiminde bırakılan suların Söke Ovasına ulaşmasını sağlamak olduğu” belirtiliyor.

Geçtiğimiz Salı günü Denizli İl Koordinasyon Toplantısında konuşan DSİ Bölge Müdürü, “yetersiz rezerv nedeniyle tarım arazilerinde ikinci ürün ekiminin yasaklanacağını” söylüyor. Havzanın ortalarında bulunan Sarayköy Sulama Birliği Başkanı Yasin Çetinkaya, “DSİ Bölge Müdürlüğü çiftçiye karşı anlayışlı davranmıyor. Arazilerimize 10 günlük bile su verseler yeterli olacak ama sulama sezonu olmasına rağmen hiç vermiyorlar” diye yakınıyor. Ancak bu gelişmelerin henüz başlangıç olduğu belli...

Sulama konusu havzanın başlıca gündemini oluşturuyor. Ali Altınkaya’ya bu ıslah çalışmasının yöre tarımına olası etkilerini soruyoruz. Bize Büyük Menderes Nehrinin taşkınlarının yöre tarımına aslında yararlı olduğunu, ancak bu çalışma ile taşkın meydana gelmeyeceği için çalışma yapılan yerlerdeki üretimin olumsuz etkileneceğini anlatıyor. Gerçekten de amaç taşkını önlemek ise dünyanın yapmış olduğu bilimsel ve çevreyle uyumlu projeler var. Suyu yönetenlerin bunlardan haberdar olmadığını zannetmiyoruz. Sayın Altınkaya çevredeki tarlaların aslında Büyük Menderes nehrinin doğal taşkın alanı olduğunu belirtiyor. Zamanla nehrin akışını ve yatağını değiştirmesiyle tarlaların da tapudaki gibi kalmadığını; bazen küçüldüğünü, bazen de karşı kıyıda kaldığını anlatıyor. Bu açıklamalardan, aslında bu arazilerin Nehrin doğal taşkın alanı olarak ayrılması gerektiği sonucuna varıyoruz. Daraltılmış nehir, ne taşkın yönetimi tekniğine ne de ekolojiye uyuyor.

Sayın Altınkaya, Büyük Menderes kenarlarında suların taşması ve geri çekilmesi için düzenlemeler yapılması gerektiğinin altını çiziyor. “Menderes’in taşmasının sebebi baraj yönetimidir. Bilim yalan söylemez. Bu işlerin hesapları var. İşte ne kadar yağış olursa baraja , menderes yatağına ne gelir. Bu yazın farklı kışın farklı olabilir. Bu hesapların öngörülerin yapılabilmesi için önce istatistik bilgilere ihtiyaç var.” diye de ekliyor.

Doğal taşkın alanlarında oluşturulacak dönemsel veya sürekli sulak alanların tarıma, çevreye, yer altı sularına ve yörenin iklimine yapacağı olumlu etkileri konuşuyoruz. Bunun için sivil toplum örgütleri ile devletin işbirliği yapması şart.

Avcıların duyarlılığı

Ali Altınkaya yörenin önemli çiftçilerinden... Doğal hayatın sadece çevreciler için gerekli olmadığını çok iyi kavramış. Konuyu yetkililere anlatmaya çalıştığını, ancak sorularına tam yanıtlar alamadığını söylüyor.

Dönüşte diğer avcılarla da görüşüyoruz. Onlar da Büyük Menderes nehrinde işlerin iyi gitmediğinin farkındalar. Yenipazar’da avcılar aynı zamanda çiftçi, çiftçiler aynı zamanda da avcılık yapıyor. Her iki uğraşı icra edenler doğayı birebir izleyen, değişiklikleri yakından gözleyebilen ve duyarlılığı yüksek kesimler... Yenipazar Avcılar Kulübü Yönetim Kurulu Üyesi Osman Bolatoğlu da öyle. Bu yazın zor geçeceğini anlatan Bolatoğlu, “Yanlış yaptılar” diyor. “Dağın taşının ne işi var Menderes’te?”

Gelecek için “Rastgele”mi?

Aşağıdip Gölünde sazlar hala yemyeşil... Su düzeyi azalsa da balıkçılar kenarda oltalarını “rasgele” diyerek göle atıyorlar. Göl hala bir çok su kuşuna ve yaban hayvanına barınak sağlıyor. Yer altı sularındaki azalmadan başka, gölün kenarlarına çöp dökülmesi, bazı sazlıkların tarlaya dönüştürülmesi gibi tehditlere de maruz kalıyor. Bir başka tehlike de ıslah çalışması ile kaynağı olan Büyük Menderes ile irtibatının kesilmiş olması. Tüm tehditlere karşın dayanmaya çalışan Aşağıdip Gölünü eski dostu rüzgar ile başbaşa bırakıyoruz.

Büyük Menderes Nehri Havzası ilgi ve profesyonel yardım bekliyor. Bilimsel destek ve entegre havza yönetimi istiyor. Bu zamana kadar bunun farkında olmayanlar susuz geçecek bu yaz anlayacak gibi görünüyor.

Mehmet Ekizoğlu

6 Nis 2007

ABD’de Tarım ve Yaban Hayatının Korunması - Jerry Heinz ile Söyleşi

Bush’tan “bıldırcın” sözü

2005 yılı Ağustos ayında Katzenmeyer Çiftliği olağanüstü bir gün yaşadı. Minnesota’nın tarım arazilerinin arasında bulunan bu çiftlik, ABD Başkanı George W. Bush’u ağırlıyordu. Tabii Başkan ile birlikte bir Gizli Servis ajanlar ordusu, basın mensupları ordusu ve avcılık örgütleri liderleri de oradaydılar.

Bu çiftlikte Başkan Bush, “ koruma programını, önemli otluk alanları da kapsayacak şekilde genişletecek şekilde artıracaklarını” açıkladı. Bush, açıklamasında “Genelde tarlalarda sınırları oluşturan bu arazilerin katılmasıyla amacımız, bıldırcın populasyonunu yılda 750 bin kuş artırmak…” dedi.

Katzenmeyer çifti uzun suredir çiftliklerinin önemli bir kısmını çeşitli koruma programlarına kayıt ettirerek doğal hayatın geliştirilmesine katkıda bulunuyorlardı. Bu koruma programları olarak çevirebileceğimiz “Conservation Programs” neydi ki koskoca Amerikan Başkanına tarlaların ortasında bıldırcınlar hakkında beyanat verdiriyordu?

ABD’de tarımın yakın geçmişi

1950li yıllarda Amerikan toplumu savaş sonrası nüfus patlamasını yaşıyordu. Doyurulacak kalabalık bir kitle ile karşı karşıyaydı Amerikalılar. Nüfus patlaması ile şehirler daha da kalabalıklaştı, gıda fiyatları arttı. Bu artış tarımsal ürünlerin fiyatlarına da yansıdı. 1960lı yıllar Amerikan çiftçisinin altın yıllarıydı. Özellikle Midwest denilen Amerika’nın en büyük tarımsal arazilerinin bulunduğu eyaletlerde büyük bir değişim başlamıştı. Iowa, Illinois, Indiana, Wisconsin gibi eyaletlerde başlayan bu değişimden kısa surede bütün ülke nasibini aldı.

Her şey daha fazla ekilecek tarla içindi. O zamana kadar ilgilenilmeyen bütün araziler dev traktörlerle sürüldü, çitler sokuldu, tarlalar arasında sınır oluşturan toprak yığınları dağıtıldı, kanal, göl ve nehirlerin kenarlarına kadar ekildi biçildi. Atılan ilaçlar ile tarlalarda yabancı ot kalmadı. Bu değişimden ürünler de nasibini aldı. Aile için üretilen, ekonomik olmayan ürünlerden vazgeçildi, fabrikalar için gıda hammaddesi oluşturan mısır ve soya fasulyesi diğer bütün ürünlerin yerini aldı. Artık tarlalar kilometrelerce mısırdan oluşuyordu.

1970lere gelindiğinde Amerikan tarımı krize sürüklenmek üzereydi. Verim düşüyordu. Nüfus artısı yavaşlamış, talep düşmüştü. Üretimin artması nedeniyle fiyatlar da düşmüş, çiftçilerin gelirleri azalmıştı. Tarımsal sektörde gelir azalmasına neden olan bir başka etken daha vardı. Amerikan toprağı verimini yitirmek üzereydi. Dünyanın en verimli arazileri artık ayni verimi vermez olmuştu. Amerikan çiftçisinin bunun gübre veya “daha fazla kimyasal” ile çözülmeyeceğini anlaması uzun surdu. Sorun topraktaydı.

Amerikan tarımsal arazileri erozyona uğramaktaydı. Yapılan entansif tarım, tarlalarda erozyonu önleyecek bütün koruyucu unsurları ortadan kaldırmıştı. Tarlaların kenarlarında ağaçlı, çalılı alanlar, otlu sınırlar, sulak alanların çevresindeki sazlı ve otlu araziler su tutumunda yardımcı olarak su erozyonunu engelliyor ve rüzgarı keserek rüzgar erozyonuna karşı koruma oluşturuyordu. Amerikan çiftçisi daha fazla arazi ekmek için buraları sürdüğünde, erozyon nedeniyle verim kaybıyla karşı karşıya kaldı.

Verimdeki düşüşün bir başka nedeni, yine doğal bitki örtüsü içeren arazilerin tarımsal üretime katılmasıyla yitirilen “su tutulması” imkanı ve yeraltı sularının dengede tutulması idi. Bu imkan kaybedilince tarlanın toprak-su dengesi bozuluyor ve dolayısıyla verim de düşüyordu. Yeraltı su dengesinin bozulması, içme sularının kalitesinin düşmesinin de bir nedeniydi.

Atılan kimyasallar ve aşırı sürme ile toprağın organik yapısı bozuluyor, toprağın verimine katkıda bulunan böcekler, kurtlar, kemirgenler, kuşlar, memeliler ve diğer tür hayvanlar toprağı terk ederek tarlayı “cansız” halde bırakıyorlardı. Bu şekilde toprak “canlı organizma” özelliğini yitirerek kendini yenileme imkanından yoksun kalıyordu.

Son olarak, tarımsal arazilerdeki bu organik kayıp doğal hayata da zarar veriyordu. Kısa sürede Amerikan tarımsal kesiminde yaban hayatı kaybı yaşandı. Prairie Chicken denilen bir tür keklik soyu tükenme noktasına geldi. Uzun sure önce ABD’ye Avrupa’dan getirilerek yerleştirilmiş olan sülün hiçbir yerde görülmez oldu. Geyikler iyice orman içlerine çekildi.

Koruma Programının ortaya çıkışı

Kötü gidişat Amerikan Tarım Bakanlığını harekete geçirdi. Erozyonun önüne geçmek, tarımsal arazilerinin kalitesini artırmak ve tarıma elverişli olmayan arazilerin ekilerek maliyetin artmasına engel olmak amacıyla Conservation Reserve Program (CRP-Koruma Alanı Programı) adı ile bir program hazırlanarak Kongre’ye sunuldu. Hazırlanan tasarı 1985 Tarım Kanunu ile birlikte Kabul edilerek yürürlüğe konuldu. İlerleyen yıllarda da yasa kapsamı genişletilerek yenilendi. Bu Program bugüne değin yaban hayatı korunması alanında dünyada yapılmakta olan en başarılı ve en geniş çalışma olma özelliği taşımaktadır.

Koruma Programı (CRP) nedir? Nasıl çalışır?

CRP kapsamında, çiftçiler tarıma elverişli olmayan, fakat doğal kaynaklar yönünden önem taşıyan arazilerini ekmeyerek doğal hayata ayırmaktadırlar. ABD Tarım Bakanlığı bunun karşılığında çiftçilere ayırdıkları alan ölçüsünde kira ödemektedir. İlk başta bu programın amacı erozyonun önlenerek tarımsal arazilerin verimliliğinin artırılması ve fazla üretimin önüne geçilerek tarımsal ürünlerin fiyatlarına bir istikrar getirilmesi olarak belirlenmiştir.

Programa kayıt olmak isteyen çiftçiler istedikleri arazilerini 10 yıl boyunca ekip biçmeden doğal hayata ayırmak ve bu süre zarfında da Tarım Bakanlığının bu arazi parçasını doğal hale getirmesinde yardımcı olmak durumundadır. Tarım Bakanlığı yetkilileri ile işbirliği halinde çiftçi bu arazinin eski durumunu alması için özgün ve doğal bitki örtüsünü kuracaktır. 10 yıl sonunda çiftçi programda kalmaya devam etmek isterse avantajları artarak sürecektir. Bu şekilde elde edilen faydalar aşağıdaki gibidir:

- Oluşturulan doğal habitattan yaban hayati azami ölçüde istifade etmektedir.

- Sürekli akıntıların önlenmesi, erozyonun azalması gibi nedenlerle su kalitesi artmaktadır.

- Azalan su ve rüzgar erozyonu ile çiftliğin verimi artmaktadır.

- Hava kirliliği azalmakta ve çevre kalitesi artmaktadır.

- Tarımsal üretime elverişsiz araziler seçildiği için tarımda nispi maliyet düşmektedir.

Ve Habitat

Program çalışmaya başladıktan sonra büyük başarı kazanmış ve Amerikalı çiftçiler arasında büyük katılım sağlamıştır. Programın başarısı yanında fark edilen bir başka etkisi de olmuştur. CRP, tarımsal üretimin artışıyla sürekli gerileyen ve habitat kaybeden yaban hayatına büyük yararlar sağlamış ve habitat oluşturmuştur.

Örnek Çiftçi ve Avcı Jerry Heinz ile Söyleşi

İllinois Eyaletinin önde gelen çiftçilerinden olan Sayın Jerry Heinz ile sohbet etmek ve çiftliğini görmek üzere, Tolono şehrinde bulunan Heinz çiftliğine gittik.

Çiftliğe geldikten sonra Jerry ATV’si (all terrain vehicle- her arazide sürülebilen araç) ile arazilerini ve yaban hayatına habitat olarak ayırdığı bölgeleri gösterdi. Sn Heinz bu konuda çiftçiler arasında lider konumunda… Üç yıl Pheasants Forever’in (Sülün ve diğer yaban hayvanlarının doğal yaşam alanlarının korunması amacıyla kurulan bir örgüt) Champaign Bölgesi Başkanlığını da yürüten Sn Heinz, tarım ve yaban hayatına destek veren programlar nedeniyle bir çok kere Amerikan Kongresi üyelerince ve Beyaz Saray tarafından kabul edilmiş.

Sayın Heinz’in kendi inisiyatifi ile sürmeyerek doğal haline bıraktığı tarlasının bir kısmı sulak alan haline gelmiş. Sn Heinz buraya gerekli otları ekerek ve zamanında biçerek tam anlamıyla doğal bir sulak alan oluşturmuş. Bir zamanlar tarla olan bu arazi şimdi ördeklerin, sülünlerin ve diğer bir çok yaban hayvaninin evi haline gelmiş. Biz ziyaret ettiğimizde yeşilbaş ve orman ördekleri ile bir çok su kuşu kaynıyordu.Yeşilbaş ördeklerin hemen önümüzden havalanması görülmeye değer bir manzaraydı. Jerry Heinz, her yıl ektiği tarlayı basan sular kuruyuncaya kadar bu tarlayı ekmeyeceğini, böylelikle yaban hayvanlarının, özellikle de ördek civcivlerinin bu araziyi sonuna kadar kullanabileceğini söyleyerek bizi bir kere daha şaşırttı.

Jerry Heinz ile sizler için konuştuk:

Mehmet Ekizoğlu - Sayın Heinz, İllinois Eyaletinde habitata önem veren çiftçiler arasından lider rolü üstlendiğinizi biliyoruz. Aynı zamanda iyi bir avcı ve avcılık-koruma örgütlerinin büyük bir destekçisisiniz. Bunca özellik bir kişide nasıl buluştu? Başka bir deyişle korumacılık duygusu ve etiği sizde nasıl gelişti?

Jerry Heinz – Çocukluğum halen yaşadığım çiftlikte geçti. Çoğu zamanımı doğada, etrafta görülebilecek ne varsa görmeye çalışarak geçirirdim. Çiftliğimizde mısır, ekin, bazı diğer tahıllar ve hayvancılık vardı. Tarlalar şimdiki duruma göre daha küçüktü ve etrafları çitler ve ağaçlar ile çevriliydi. Bu durum av hayvanları için mükemmel bir habitat oluşturuyordu. Çiftliğin içinden geçen kurutma kanallarındaki su, tarlalardaki hasat kalıntısı ve otlar tarafından süzüldüğü için son derece temiz akardı. Bu kanalların kenarlarında saatlerce balık tuttuğumu hatırlarım.

1960lı yılların sonuna doğru tarım ekonomisi değişmeye başladığında, babam bütün diğer çiftçilerin yapmakta olduğunu yaptı ve daha önceden sürülmemiş heryeri, her otu sürdü. Hayvanlarını sattı ve çitleri kaldırdı. Bunun amacı heryeri sürerek üretimi artırmaktı. Amerikan çiftçisi o zamanlar dünyayı beslemek için bunu yapmaya cesaretlendiriliyordu. 1970lerin sonuna doğru çevre çok değişmişti. Çiftçiler sahip oldukları arazinin son santimine kadar ekiyorlardı. Entansif üretim, yaban hayatı için hiç yer bırakmıyordu ve yaban hayatı sayıları azalmaya başladı.

Amerikan Ortabatısı 1977 ve 1978 yıllarında iki sert kışı üstüste yaşadı. Kalan sülünler ve diğer kuşlar için sert kışı geçirecek ne bir korunak ne de yeterince yiyecek kalmıştı. Korkunç bir kayıp yaşandı. Bu habitat kaybı ve sert kışlar boyunca çiftliğimizin bir taraftan tam ötekine gidişini yaşadım. Bir zamanlar yaban hayatı için çekim merkezi olan çiftliğimiz şimdi hiçbirini hayatta tutacak halde değildi. Yaşanan değişikliklerin buna neden olduğunu biliyordum ama o zamanlar çiftliğimiz için başka çare yok gibiydi.

Çocukken çok sevdiğim şeyleri özlüyordum. Kendi ailemi kurduğumda, çocuklarımın benim yaşadığım deneyimleri yaşayamayacağını hissettiğimde büyük kaybın farkına vardım. O zaman çiftliğime habitatı geri getirmenin yollarını araştırmaya başladım ve Amerikan Tarım Bakanlığınca önerilen Koruma Rezervi Programını (CRP) buldum. Gençliğimdeki habitatı geri getirmeye çalıştığımda devletin bana para ödeyeceğini öğrendiğimde çok heyecanlanmıştım. İlk projeyi tamamladığımda yeni projeler için hazırdım bile..

ME – Bize tarımsal uygulamalarınızdan ve bunların yaban hayatına nasıl katkıda bulunduğundan bahseder misiniz?

JH – Bütün tarlalarımı no-till tekniği ile ekiyorum. Başlıca amacım, toprağı korumak ve yaban hayatı için geride bir şeyler bırakmak. Bu tekniği uyguladığımda toprağı sürdüğüm zamanlara göre masraflarımın azaldığını ve kar ettiğimi gördüğümde çok şaşırdım. No-till yöntemi kullanarak tarladan tarlaya gidiş sayılarını azalttım. Bu toprağı daha az rahatsız etmemi sağladı. Yine bu yöntem ile hasattan sonra tarlada bırakılan kalıntılar, yeni ekim mevsimine kadar yaban hayvanlarına yiyecek ve habitat sağlıyor. Bu aynı zamanda sert geçen kış dönemlerinde saklanacak yer demek..

ME – Arazinizin bir kısmını hiç ekmeyerek yaban hayatına ayırıyorsunuz ve kalan arazinizi de no-till tekniği ile ekiyorsunuz. Bütün bunlar cebinize fazladan para koymuyor. Korumacılık size pahalıya mal oluyor mu? Yoksa hükümet destekleri ve no-till tarımındaki masrafların azalmasıyla korumacılık daha mı karlı?

JH – Arazimin yalnızca bir kısmını hiç devlet desteği almadan doğal hayat ayırdım. Bu kısımlar çeşitli nedenlerle devlet desteği almıyor ancak bana göre tam bir koruma habitat planı için ayrılması gerekliydi. No-till ise bu desteklerden tamamen ayrı bir konu. O konuda herhangi bir destek almıyorum. Bence bu yaptıklarımın tam karşılığı banka hesabımdaki paranın artması değil, bu çiftlikte yeşermesine yardımcı olduğum yaban hayatını seyretmenin verdiği hazdır.

ME – Korumacı tarımın yaban hayatına olan katkısından başka yararları nelerdir? Örneğin çevreye yararı nedir?

JH – Ben aynı zamanda yerel sulama birliğinde komisyon üyesiyim. Bu bölgede toprağı olan ve suyu kullanan herkes için iyi sulama sisteminin ve etkin kurutma kanallarının devamını sağlamak benim sorumluluklarımdan birisi. Korumacı tarım yöntemleri popüler hale geldikten sonra, suya karışan toprak oranında büyük azalmalar oldu ve kurutma sistemleri sağlıklı hale geldi. Sulak alanlara ve tarlalarımıza ekilen doğal otlar ve habitat sistemleri sularımızı pestisitlerden ve gübrelerden temizleyen birer filtre görevini görür oldular ki bu hem sulama sistemlerimiz için hem de su kaynaklarımız için çok önemliydi.

ME – Komşularınız sizin korumacı uygulamalarınız hakkında ne düşünüyor? Diğer arazi sahiplerinin yaklaşımı nasıl?

JH – Komşularım eskiden bana gülerek bakardı, ama şimdi aynı programlardan yararlanarak aynı sistemi kurmaya çalışıyorlar. Arazi sahipleri ve benim tarla kiraladığım kişiler de o eski yıllarda buraların nasıl olduğunu bilen insanlar. Paraları gelmeye devam ettikçe habitat yaratma fikri hoşlarına gidiyor.

ME – Korumacılık ve doğanın insan tüketimi için kullanılmasındaki felsefeniz nedir? Demek istiyorum ki, hem çiftçilik yaparak hem de doğadan kazandığınızın bir kısmını doğaya geri vermedeki felsefi nedeniniz nedir?

JH – Toprak üzerinde yaşayan bizlerin toprağa iyi bakmamız gerektiğine inanıyorum. Hem toprağımızı korumak, hem de yaban hayatı için habitat sağlamak anlamında. Eğer çevremizde görebileceğimiz ve beraber yaşamaktan mutluluk duyacağımız hiçbir yaban hayvanı olmasaydı ne kadar yalnız bir dünya olurdu... Doğayı kendi amaçlarımız doğrultusunda kullanmaya gelince.. Dünya nüfusunun önemli bir çoğunluğu et ile beslenmektedir. Etin marketlerden gelmesi ile çiftliğimdeki otlardan yetişmesi arasında bir fark görmüyorum. Çiftliğimde yaban hayatı çok çeşitli ve zengindir ve sıkça avlanmaktadır. Avcılık için konulmuş olan kurallar, bu zengin yaban hayatını korumak ve geliştirmek üzere konulmuştur.

ME – Teşekkür ederiz, Sayın Heinz.

2 Nis 2007

Çocuklar için sulak alanlar, Sulak alanlar için çocuklar...

Su sorunu heryerde

Su artık her akşam haber bültenlerinin olmazsa olmaz konularından birisi... Bu yaz arabasını hortumla yıkayan birisini gördüğümüzde kızgın gözlerle uzun uzun süzeceğiz gibi ... Ya da çocuğumuz TV seyrediyorsa sabahları traş olurken musluğu kapatmaya gelecek.

Su için alınacak önlemler bu kadar basit mi? Arabamızı yıkamaktan vazgeçtik, traş olurken de dikkat ettik. Hepsi bu kadar mı?

Çiftçilerimiz de bu yaz susuzluktan nasiplerini alacaklar. Kanaletlerden bahçe aralarına gürül gürül akan su görüntüleri mazide kalmış gibi görünüyor. Çiftçilerimiz ya damlama sistemini keşfedecek veya uzun yaz gecelerinde su başında kavga edecekler. Pamuk tarlalarında savakları gölleme su ile doldurduğumuz günler, bir daha gelmemecesine gitti sanırım.

Perşembenin gelişi

Neyi yanlış yaptığımızı çok konuştuk. Hala da kirlenme ve suyun yanlış kullanımı konusunda çok nutuk dinliyoruz. Hem biz vatandaşlar, hem de suyun yönetiminden sorumlu devlet yetkilileri Perşembenin gelişini Çarşambadan göremedik. Barajlarımız küresel ısınma nedeniyle boş kalmışmış. Küresel ısınma sanki bir iki yılın sorunu imiş gibi.

Bugüne kadar makro bir önlem alınmadı. Hala da alınacak gibi görünmüyor. Valiler toplanıyor, seminerler yapılıyor, sonuç yok. Kirlilik ölçüm istasyonu deniliyor, başka da bir şey yok. Entegre Havza Yönetim Planı nerede? Nehir Havzası Çalışma Grubu bugüne değin ne yapmıştır? Bu sorularımız yanıt bekliyor.

Öte yandan, su kaynaklarımız gayrı profesyonel yöntemlerle çarçur edilmeye devam ediyor. Ülkemizde ve bölgemizde suyun öneminin ve sulak alanların kıymetinin çocuklarımıza anlatılacağı programlar yapılmamış.

Sulak alanlar ve çocuklar

Sulak alanların kıymetini anlatabilmek için, yerinde görmek lazım. Çocuklarımıza suyun ve doğanın önemini yerinde gösterip öğretebilmeliyiz. Bunun için yerler, müzeler ve eğitim merkezleri hazırlamalıyız. Okullar bu merkezlere geziler düzenlemeli. Haftasonları aileler hem gezip hem de öğrenebilirler.

Sulak alanlar, atmosferden karbondioksit emilmesinde bir ormanın 4 katı daha fazla etkilidir. Sel sularının emilmesinde ise en büyük etmendir. Suları biriktirir. Yeraltı sularını besler. Toprağın kimyasal yapısını dengede tutarak verimliliği sağlar. Havayı yumuşatır. Doğal zenginliği barındırır.

Çocuklarımıza sulak alanlarımıza duyduğumuz ihtiyacı öğretmeliyiz. Çünkü gelecekte onlara ihtiyaçları var. Sulak alanların da çocuklarımıza ihtiyacı var. Onlara sulak alanları şimdi göstermeliyiz ki, gelecekte bu konuda adım atsınlar ve korusunlar.

Çocuklar ördeği, su çulluğunu, beyaz balıkçılı, gri balıkçılı, pelikanı ve daha nice hayvanın yuvası olan sazlıkları TV belgesellerinde değil, yerinde izleyip öğrenmeliler.

Bunun için ovamızdaki sulak alanlarımızı koruyup geliştirmeliyiz. Öğretici ve saklayıcı merkezler inşa etmeliyiz. Bu hem istikbalimize yapacağımız bir yatırım, hem de yöremizin ekolojik turizme atacağı bir ilk adım olacaktır.

Mehmet Ekizoğlu

19 Mar 2007

Büyük Menderes'te son durum

Değerli dostlar,
DSİ 21.Bölge Müdürlüğü tarafından yapılan Büyük Menderes Nehri'nde "ıslah" adı verilen kanallama çalışması devam ediyor. Kamuoyunun görüş ve önerilerini dikkate almayan bir çalışma yapılıyor ve kimseye de bilgi verilme zahmeti de gösterilmiyor. Çağdışı ve çevreye duyarsız bu yapılanlara ilişkin son resimleri ekliyorum. Büyük Menderes Nehri'nin eski yeşili ile, ağaçları ve kuşları ile, balıkları ile ekolojik yapısını bilenlere "geçmiş olsun" diyorum. Söz resimlerde...




Kaynak: Yenipazar Avcılar Atıcılar Spor Kulübü (www.yenipazarav.org)

6 Mar 2007

Büyük Menderes eski haline dönecek mi?

50 yıl öncesine dönüş

DSİ 21.Bölge Müdürümüz, "Amacımız Menderes'i 50 yıl önceki ekolojik yapısına dönüştürmektir" demiş. Büyük Menderes Nehri 50 yıl önce nasıldı? Hatırlayan kaldı mı?

Büyük Menderes Nehri, bataklıkların kurutulması hakkındaki kanun uygulanmadan önce bir bereket kaynağıydı. DSİ tarafından önce barajlar yapıldı, sonra sıtmanın önlenmesi için bataklıklar kurutuldu. Aradan bize de tarlalar düştü. DSİ bir zamanlar gerekli olduğunu belirttiği bu kurutma çalışmalarını artık bıraktığını söylüyor her fırsatta. Memnun oluyoruz, oluyoruz olmasına da, ya kuruttuğu bu ülkenin sulak alanlarının yarısı ne olacak? Olsun, bir soğuk su içeriz üstüne, küresel ısınmadan dolayı bulabilirsek...

Konuyu dağıtmayalım. Şimdi bu zamanında kurutulan sulak alanlar yeniden mi oluşturulacak? Öyle ya? 50 yıl önce o ovada heryer sulak alan, göl ve göletti. Şimdi 50 yıl öncesine döneceğimize göre, DSİ Büyük Menderes kenarındaki tarlaları yeniden sulak alana dönüştürecek demektir. Kişisel olarak bunun doğru bir uygulama olacağına inanmaktayım. Ama samimi olursak, hiçbir babayiğit bunu yapamaz.

Plan nedir?

DSİ MATRA Projesi kapsamında yapılan çalışma sayesinde 2021 yılına kadar Büyük Menderes Nehri'nin ekolojik açıdan iyi duruma geleceğini tahmin etmektedir. Yalnız bunu nasıl yapacaklarını ifade buyurmamışlar. Proje kapsamında hazırlanan "Büyük Menderes Nehri Entegre Yönetim Planı" nerededir? Bu kamuoyuna açıklanmış mıdır? Neleri içermektedir? Bunları da bilmiyoruz. Siz güvenin işte, 2021'e geldiğimizde görürsünüz.

Peki, hiç bir yerleşim yerini sel riski altında bırakmadığı halde, tedbirlerin en acımasızı ile karşılaşan, yani "ıslah" adı altında kanallanan, hidromorfolojisi "bir daha asla iyi ekolojik duruma gelemeyecek derecede" bozulan Büyük Menderes Nehrini 2021 yılına kadar tekrar nasıl eski haline getirecekler, merak ediyorum doğrusu. Olsun, 2021 yılına kim öle kim kala. Biz günü idare ediyoruz.

Tek sorun kirlilik mi?

DSİ Bölge Müdürlüğümüz ağzını açar açmaz, kirlilik ölçüm istasyonlarından bahsediyor. Tek derdi, bütün anlattıkları kirlilik de kirlilik. Peki ya esas kendi görev ve yetki alanına giren Büyük Menderes Nehrinin entegre yönetimi? Nehrin dibinin taranmasının yarattığı olumsuz etki? Kenarlarına yığılan banklarla bu nehir nasıl eski haline gelecek? Doğal taşkın yatağı nerede? Yeraltı sularını nasıl besleyecek? Doğal vejetasyon nasıl eski haline getirilecek? Bu sorular yanıt beklemektedir. Kirlilik ölçüm istasyonu demekle iş bitmiyor.

Peki kirlilik ne olacak?

AB Su Çerçeve Direktifi ölçütlerine göre, bir nehir kirlilikten ölmez. Ne kadar yoğun deşarj olursa olsun, doğal su kütlesi olma özelliğini korur. Deşarjlar eninde sonunda son bulacaktır. Bakın Uşak arıtma tesislerini yaptı, çalıştırdı. Denizli de vaat ediyor. Çine arıtma tesisini çalıştırdı. Herkes para buldukça başlayacak. Kirlilik kaynakları azaldıkça su eski haline dönecektir. Çevre ve Orman İl Müdürlükleri burada yardımcı ve hızlandırıcı olacaklardır. Çünkü kirlilik onların sorumluluğundadır.

Sorular sorular

Konuyu yine can alıcı noktaya getirelim. DSİ neden kendi uygulamaları ve planları konusunda kamuoyunu aydınlatmıyor? Neden Büyük Menderes Nehrini modern ve çevreyle uyumlu yöntemlerle değil, 19.yüzyıldan kalma uygulamalarla yönetiyor? Bu bozulma nasıl eski haline geri getirilecek?

Büyük Menderes Nehri, 50 yıl önceki ekolojik yapısına nasıl getirilecek, merak ediyoruz.

Mehmet Ekizoğlu
Not: Tablo DSİ Vakfı-Su Dünyası Dergisinden alınmıştır.
Resim ise Yenipazar (AYDIN) Aşağıdip Gölüne aittir. Yenipazar Avcılar Kulübü web sayfasından alınmıştır (www.yenipazarav.org).

28 Şub 2007

NEHİR KANALLAMASI VE BÜYÜK MENDERES

ESKİ BİR TEKNİK: KANALLAMA

Nehirlerin taşmasını önlemek amacıyla yapılan kanallama çalışmaları geçtiğimiz yüzyılda sıkça rastlanılan uygulamalardı. Kanallama çalışmasının amacı, nehirlere aşırı su geldiğinde taşarak çevresine ve çevredeki insan faaliyetlerine verdiği zarara engel olmaktır. Bu amaca yönelik olarak, nehrin yatağı değiştirilebilir, nehrin kıvrımlı akması engellenerek düzleştirilir, nehir yatağı kazınır, kenarları yükseltilir ve gelen suyun hızlıca havza aşağısına gitmesi sağlanmış olur. Kanallamanın bir başka amacı, bazen de istenmeyen sonucu, çevredeki toprağın drenajıdır. Nehri çevreleyen sulak alanlar bu kanallama ile kurutulmuş olur. Bu kasıtlı yapılırsa, çevreleyen sulak alanlar tarla veya yerleşim yeri gibi insan kullanımına açılmış olur.

20nci yüzyılın ilk yarısında Batı'da yoğun olarak yapılan kanallama, günümüzde yerini "nehir restorasyonu"na devretmiş bulunmaktadır.

KANALLAMA NEDEN KÖTÜ?

Bunun nedenleri bir çok bilimsel araştırma ile tespit edilmiştir. Genel olarak,

- Kanallama çalışmalarının nehir taşmasını önlemediği ortaya çıkarılmıştır. Aksine nehrin ve çevresindeki havzanın suyu özümseme kapasitesi yok edildiği için taşkınlar daha da artmış ve nehir bunu taşıyamayarak patlamalara neden olmuştur.

- Kanallama çalışmaları, yeraltı su seviyesini düşürmüştür. Yeraltı suları, toprağın verimini sağlayan, tuzluluk oranını dengede tutan unsurdur. Yeraltı suyu çekilince toprakta tuzluluk artar ve toprak çoraklaşır.

- Kanallama ile meydana gelen drenaj sonrasında sulak alanların kuruması bölgenin iklimini, toprak yapısını ve bitki örtüsünü etkilemiştir. Sulak alanlar ormanların yaklaşık 4 katı oranında karbondioksit emme kapasitesine sahiptirler. Havayı temizlerler ve iklimi tüm canlılar için yaşanabilir hale getirir. Toprağı ve suları -içme suları dahil- tarımsal atıklardan arıtırlar. Sulak alanlar tahrip olduğunda en başta bitkiler ve yaban hayvanları, daha sonra da insanlar bundan olumsuz etkilenecektir.

- Kanallama çalışmaları erozyonu artırır ve doğal kaynakların boşa gitmesine neden olur.

- Kanallama çalışması, sulak alanların arıtma kapasitesini yok ederek denizleri de kirletir.

- Kanallama çalışması nehrin ekolojik ve hidromorfolojik yapısını ağır biçimde bozmak demektir. Bunun nehir açısında sonuçları da ağır olacaktır. Bir nehir, etrafındaki bitki örtüsü, kenarlarının gerisindeki taşma alanı, zengin dip yapısı, içindeki oyuklar, adacıklar ve bunun gibi morfolojik yapılar ve nihayet barındırdığı doğal hayatı ile birlikte yaşar. Kanallama çalışması bu yapıların tümünü, dolayısıyla sağlıklı nehri öldürür.

Bu gibi nedenlerle, ABD ve Avrupa Birliği gibi gelişmiş toplumlarda kanallama çalışmaları uzun süredir terkedilmiştir.

Halen başta Missisippi ve Missouri Nehirleri olmak üzere, Amerika'nın önemli nehirlerinde milyonlarca dolar harcanarak kanallamanın zararlarını bertaraf etmek ve nehri eski haline geri getirmek için restorasyon çalışmaları sürdürülmektedir. ABD, 20nci yüzyılın ilk yarısında, bu gibi ekolojiyi bozan uygulamalar nedeniyle en verimli topraklarını Meksika Körfezinin tabanına yığmıştır.

Avrupa Birliği kanallamayı uzun zaman önce yasak etmiş ve bozulan büyük nehirlerini restorasyona almıştır. Bunların en önemlilerinden birisi Danimarka'nın en büyük nehri olan Skjern Nehri Havzasının restorasyonu projesidir. Bu proje 1998'de başlamış ve 2002 yılında bitirilmiştir. Proje ile tarlaya dönüştürülmüş olan sulak alanlar geri getirilmiş ve nehir eski haline yakın bir şekle getirilebilmiştir. Sonunda hem yöre kazanmış, hem de nehir eski ekolojik durumuna getirilmiştir. Tarlaların sulak alan haline getirilmesiyle ortaya çıkan maliyet, sulak alanlarda rekreasyonel ve turistik faaliyetler ile karşılanmıştır.

BÜYÜK MENDERES NEHRİNDE KANALLAMA

Büyük Menderes Nehrinde de DSİ 21.Bölge Müdürlüğü tarafından bir kanallama çalışması yapılmıştır. Çalışmanın detayları ve kapsamı hiçbir yerde yayımlanmamış ve kamuoyu ile paylaşılmamıştır.

*Çalışmadan önce ve yapılırken Çevresel Etki Değerlendirmesi yapılmamıştır.

*Çalışma sırasında ilgililerin görüşlerine başvurulmamıştır.

*Kanallama çalışmasının fayda-maliyet analizi yayımlanmamıştır.

*Çalışma esasen, AB Su Çerçeve Direktifine aykırıdır.

*Kanallama çalışması sırasında sulak alanlar, barajlar ile bağlantı ve diğer çevresel faktörler değerlendirilmemiştir.

*Kanallama ile Büyük Menderes Nehrinin doğal yapısı bozulmuş ve nehirdeki doğal hayat yok edilmiştir.

*Kanallama çalışmasının, nehrin aşağı kısmında taşkın açısından ne gibi sonuçlar doğuracağı hakkında bir çalışma yapılmamıştır.

RESTORASYON GEREKLİ

- DSİ Büyük Menderes Havzasındaki kanallama çalışmalarına derhal son vermelidir.

- Kanallama yapılmış olan kısımlar, bir restorasyon yapılarak eski durumuna getirilmelidir.

- Taşkınların vermiş olduğu maddi zararın önüne geçilmek için, yeni bir proje hazırlanmalıdır.

- Bu proje, nehrin yatağında doğal önleyiciler olan ekolojik yapıların kurulmasını ve nehir etrafında uygun yerlerde sulak alanlar oluşturulması ve eski sulak alanlarla nehrin bağlantısının tekrar kurulmasını içermelidir.

- Bu amaçla, taşma durumunda su altında kalması gereken kesimlerdeki özel araziler ya satın alınmalı ya da kiralanarak uzun süreli sulak alana dönüştürülmelidir.

Unutulmamalıdır ki, Büyük Menderes'i Büyük Menderes yapan, Aydın Ovasını da yağ-bal akar hale getiren binlerce yıldır devam eden taşkınlardır.

Mehmet Ekizoğlu

21 Şub 2007

YANAN ORMAN ALANLARINA YİNE ORMAN DİKİLMELİDİR

“Yanan orman alanlarına zeytin fidanı dikelim!”

Aydın Valisi Mustafa Malay, Türkiye’nin, özellikle de Aydın’ın verimli topraklara sahip olduğunu ve her tür bitkinin yetişebildiğini belirterek “Yanan orman alanlarına her sene ürün alabileceğimiz, artı değer getiren zeytin ağacı dikelim” dedi.
Vali Malay, orman alanlarına zeytin ağacı dikilmesi görüşünü Orman Bakanı’na ve Orman Genel Müdürü’ne de ilettiğini ancak kendilerinden bu konunun bir kanun sorunu olduğu yanıtı aldığını belirterek şunları söyledi.
“Onlar kanun meselesi dediler. Şartlara göre kanunları değiştirmek lazım. Başka bölgelerde çamın yerine başka bir şey dikilmeyebilir. Ama Aydın’da böyle bir şey yok. Bir karar verilir. Burada ne faydalı olacaksa, bölgenin insanına hangi ağaç, hangi meyve faydalı olacaksa onu dikmemiz lazım. Benim görüşüm yanan ormanların yerine zeytin ağacı dikmek lazım. Ama kanun meselesi dendi kaldı.”


YANAN ORMAN ALANLARINA YİNE ORMAN DİKİLMELİDİR.

Doğayı bazen yanlış anlıyoruz. Severken öldürmek diye bir şey vardır. Hepimiz doğayı seviyoruz, ama bu öldüresiye bir sevgi.. Uzaktan görüp, resimlerde, yazılarda doğayı sevmek bazen onu yanlış anlamaya sebep oluyor.

İlk bakışta çok makul, mantıklı ve doğa dostu görünen fikirler, aslında düşünüldüğünde öyle olmayabiliyor.

Aydın Valisi Sn. Malay, yanan orman alanlarına, "her sene ürün alabileceğimiz artı değer getiren" zeytin dikilmesi gerektiğini ve bunun için "kanun sorununun" aşılabileceğini belirtmiş.

Sayın Valimiz için bir "sorun" olan kanun, aslında doğanın gereklerinden ve koruma ihtiyacından gelen bir zorunluluktur.

Asıl tabiatı gereği, yüksekliği, toprak yapısı, iklimi ve su yapısı gereği orman olan arazilerin hep öyle kalması gerekmektedir. Bu bir alt bitki birliği olan zeytinliklerin sağlığı, insan yaşamının kalitesi ve doğal yaşamın sürdürülebilirliği açısından gereklidir. Özetle yanan orman alanlarına, zeytin değil, orada botanik açıdan ne gerekiyorsa o bitki topluluğu dikilmelidir. Aydın ilimizin sınırları içindeki orman yapısı ve yüksekliği, genelde çam bitki topluluklarını içermektedir. Bunun bir alt katında da karışık maki bitki topluluğu bulunmaktadır. Her ikisi de bitkisel ve fauna zenginliği açısından birer hazine niteliğindedir. İnsanlar ürün olarak toplamıyor diye faydasız diye bakmak, doğayı anlamamak ve doğaya zarar vermek demektir.

Eğer yanan orman alanlarını zeytinlik haline getirirseniz;

  • Bu bölgelerin hava ve toprak yapısı, yeraltı su düzeni ve yağmur suyu tutma oranı değişecektir. Bu değişiklik olumlu bir değişiklik olmayacaktır.
  • Açıklamada da belirtildiği gibi, ürün almak için orman alanlarındaki insan faaliyeti artacak ve bu ileride orman-insan çatışması doğuracak, mahkemelere yeni orman-köylü davaları intikal edecektir.
  • Artan insan varlığı ve faaliyeti ormanlarda yangın tehlikesini kesinlikle artıracaktır. İnsan faaliyetinin artışı ile yeni yollar açılmak durumunda kalınacak ve bu yeni yerleşim yerlerine ve orman varlığının giderek yokolmasına sebebiyet verecektir.
  • Zeytinliklerin bu yörelere yayılmasıyla, yağhaneler de ormanlara yaklaşacak ve doğal olarak yapılaşma ve kirlilik başgösterecektir.
Ormanlara zeytin dikilmemelidir. Ormanlara, yine hakettiği orman ağaçları dikilmelidir. Maki gereken yere maki, çam gereken yere çam, meşe gereken yere de meşe dikilmelidir. Aydın'ın uzun vadeli kazancı da buradadır.

Zeytinciler ve zeytincilik için bir şey yapılmak isteniyorsa, çabalar eldeki zeytinliklerin ıslahına, sulanmasına ve hasadında akılcı yöntemlerin yaygınlaştırılmasına yoğunlaşmalıdır.

Mehmet Ekizoğlu

19 Şub 2007

HAPPY BIRTHDAY, DUCKS UNLIMITED!

İngilizce başlığımı lütfen hoş görün. Bu istisnayı hakediyorlar.

Ducks Unlimited adlı sulak alanların korunması amaçlı ve ABD orijinli avcı örgütü geçen ay 70 yaşına girdi. Bu yaş günü için Ducks Unlimited gönüllüleri pasta falan kesmediler. Ne mi yaptılar? Onun yerine dünyanın gelmiş geçmiş en büyük koruma projesini başlattılar. “Wetlands for Tomorrow” (Gelecek için Sulak Alanlar) adlı bu program kapsamında, 7 yıl içerisinde sulak alanların korunmasına ve restorasyonuna yönelik olarak 2 milyar dolara yakın para toplamayı ve bu paranın hepsini doğa için harcamayı hedefliyorlar.

Örgütün Başkan Yardımcısı Don Young, “Başarımızın hepsi, amacımızı anlayarak zamanını, enerjisini ve parasını bu yola sarfeden gönüllülerimize aittir.” Diyor. Gerçekten de kurulduğunda birkaç inanan avcı ile işe başlayan Ducks Unlimited, şu anda 750 bin dolayında üyeye ve dört ülkede yaklaşık 5 bin yerel teşkilata sahip..

Ducks Unlimited’e “iyi ki doğdun” diyoruz ve çalışmalarının ülkemiz avcılarına ve tüm yetkililere örnek olmasını diliyoruz.
Resimde DU'nun yerel bir temsilcisi, orman ördekleri için tahtadan yuvalar kurarken çocuklarıyla birlikte görülüyor.

Mehmet Ekizoğlu

14 Şub 2007

YENİ ASIR'A TEŞEKKÜRLER

Yeni Asır Gazetesi Yayın Grubu Başkanı Sayın Osman Gençer, 14 Şubat 2007 tarihli ve Yeni Asır Diyor ki adlı köşesinde, sulak alanlarla ilgili yazıma yer vermiştir. Kendisine desteği ve duyarlılığı için çok teşekkür ederim. Daha önce de Gediz ve Küçük Menderes Nehirleri hakkında duyarlılığı artırma yönünde çok çalışmaları olan ve kampanyalar yürüten Yeni Asır Gazetesi'nin tüm basına örnek olmasını diliyorum.

Mehmet Ekizoğlu


Yengeç babasını öldürür.. Karınca annesini ısırır.. Yeteneksiz yönetici de..

13 Şub 2007

ÇÖZÜM: SULAK ALANLAR

Hindistan'ın Kalhana Bölgesindeki 12nci yüzyıldan kalma Rajatarangini tapınağında çok ilginç bir söz var, devlet ve bürokrat ile ilgili: "Yengeç babasını öldürür ve beyaz karınca annesini ısırır ama yeteneksiz Kayastha (yönetici), güçlendiğinde, herşeyi mahveder."

Büyük Menderes Nehri hakkında çok yazdık, çizdik ama yazmaya da devam edeceğiz. Bugüne kadar sorunları anlatırken en büyük talihsizliğin yetki karmaşası olduğunu ve bugüne kadar yapılanların bilinçsizce yapıldığını izah etmeye çalıştık.

Sağlıklı nehirler

Çok eski bir çevre örgütü olan Izaak Walton League of America, bildirilerinden birisinde der ki: "Sağlıklı nehirlerin kenarlarında bitkiler olur, etrafında menderesler yaparak ilerler ve nehir içi derinlikler, havuzlar ve tepecikler ile kaplıdır. Kenarlar ve nehir içi düzeltilip duvar haline getirildikçe nehirin akış hızı artar, dibinde yavaşlatan ve tutan bir yüzey kalmadığı için felakete hazır hale gelir. Kenarları düzeltilmiş ve ağaçları sökülmüş nehirler erozyona ve sel felaketine yol açarlar."

Büyük Menderes Nehri sağlıklı bir nehirdi. Çevresinde ağaçları ile, nehir tabanının çeşitliliği, menderesler yaparak ilerlemesi, adaları, bırakarak ovamıza hediye ettiği küçük gölleri ile çok güzel bir nehirdi. Buna bir örneği nehrin Koçarlı Ovasındaki küçük bir kısmında hala görebiliyoruz. Ekteki uydu fotografı Büyük Menderes'in etrafında yeşerttiği alanı çok iyi gösteriyor.

Neydi ne oldu?

Şimdi kenarları mühendislik ile bozuldu. Ağaçlar söküldü ve yakıldı. Nehir dibi kazınarak yüzeyi bozuldu. Kenralarındaki gölcüklerin de ölüm fermanı kesildi. Gerek bağlantı sularının kesilmesiyle, gerekse belediyeler tarafından dökülen çöp ve molozlar ile.. Ekteki ikinci resim ise bu çalışmanın yapıldığı alandan bir kesiti gösteriyor. Çarpıcı olması için Akçay'ın, ağaçları sökülmüş, dibi kazınmış ve kenarları set haline getirilmiş nehre döküldüğü noktasını aldım. Akçay sanki asıl nehir de, Büyük Menderes bir kanalmış gibi...

Çözüm

Halbuki sel felaketinin önüne geçebilecek en büyük ve en masrafsız mekanizma doğal sulak alanlardır. Yarım hektarlık bir sulak alan, 4 milyon litre su tutma kabiliyetine sahiptir (Kaynak:EPA, Amerikan Çevre Koruma İdaresi).

Büyük Menderes Nehrinin geçtiği yerlerdeki sulak alanlar "bataklıkların kurutulması" kampanyasıyla Cumhuriyetin ilk yıllarında itibaren, en çok da 1950li yıllarda kurutularak bugünkü pamuk tarlaları oluşturulmuştur. Aynı zamanda nehrin kollarının üzerine barajlar da inşa edilmiştir. Tarım için alınan bu önlemler düzenlenirken, nehrin ne yapacağı hiç akla gelmemiştir. Bu doğaldır. O zamanlar bütün dünyanın yapmakta olduğu şey budur. Ancak zaman değişmiştir. Bilim ilerlemiş ve set inşa etme, kapak yapma, kenarına taş koyma gibi tedbirler geride kalmıştır.

Artık Büyük Menderes Nehrini eski haline getirmeye başlamanın zamanı gelmiştir.

Bu neye yarayacak?

Birincisi Aydın Ovasına yarayacak. Büyük Menderes taşkınları ile, sulak alanları ile iklimimizi ve toprak yapımızı tarım için desteklemeye devam edecek.

İkincisi insanımızın içme suyuna yarayacak. Global ısınmanın, yeraltı ve yerüstü sularının fevkalade önem kazandığı şu günlerde, içme ve kullanma suları atıklardan, tarımsal ilaç artıklarından sulak alanlarca temizlenecek ve salgın hastalıklar ve kanser vakaları azalacaktır.

Üçüncüsü ise yıkıcı sel felaketlerinin önüne geçilmesidir. Seller ve yıkıcı taşkınlar, sulak alanların emici özelliği ile durdurulacaktır. Halen uygulanan eski yöntemlerle Büyük Menderes daha da hızlandırılmakta ve yıkıcılığı artırılırken yararlanılamadan suları, tabir caizse "def edilmektedir".

Bir başka yarar da, doğal hayata habitat sağlanması olacaktır ki, kurulacak tesislerle, bu gençler için eğitim alanı, bilimadamları için hazır laboratuvar ve insanımız için gezi ve eğlence merkezleri demektir.

Az bir fedakarlıkla kurulacak olan sulak alanlar, bir çok zararın önüne geçecek ve beraberinde bir çok faydayı da sağlayacaktır. Bunu gerçekleştirecek bilgi birikimi üniversitelerimizde mevcuttur. Yeter ki bilinç ve irade olsun.

Mehmet Ekizoğlu