12 Eki 2010

“Yaşanamaz Nehir” (Uninhabitable river)


Değerli dostlar,

Dünyadaki blog yazarları 15 Ekim Blog Action Day (Blog Hareketi Günü) temasını SU olarak belirledi.

Ben de blogumda sık sık su konusunu işlediğim için bu özel güne katılıyor ve en son konumu “yaşanamaz nehirler” olarak belirliyorum.

Elimizde sadece ABD’ye ilişkin bazı istatistik verileri var. Bunlara bakmak bile karamsar olmak için yeterli bir neden:

• Günümüzde ABD’deki nehirlerin %40’ı balıkların ve diğer su canlılarının yaşaması için ve yüzmek için elverişli olmayacak derecede kirletilmiş durumda. Nedeni hala evsel atıkların, endüstri atıklarının ve tarımsal ilaç kalıntılarının nehirlere karışmaya devam ediyor olması.
• ABD’de her yıl fabrikalar 3 milyon ton zehirli kimyasal atığı nehirlere ve doğaya atıyor.
• Çöp olarak doğaya atılan atıkların %80’i geri dönüştürülebilir olduğu halde çöp olarak kalıyor.

İstatistikleri fazla uzatarak can sıkmak istemiyorum, bu umutsuzluğa kapılmamıza da neden olabilir. Bir diğer sakıncası da, ABD’nin en büyük kirletici olduğu gerçeğinin aklımızda gereğinden fazla yer etmesi ve yersiz bir rahatlığa kapılmamız olacaktır.

Oysa ki ABD’ye ait verilerin verilmesi, sadece bu ülkenin gelişmiş olmasından ve istatistik alt yapısının ileri düzeyde olmasından kaynaklanıyor. Bu gibi konularda ülkemizde veri yok. Bu konuların sayımını tutmak kimsenin aklına gelmemiş ülkemizde. Neden mi? Belki de ekonomik gelişme, bu gelişmenin bedeli olan çevresel erimeden daha önemli görüldüğü için… Belki de sayıldığı zaman önlem de almak gerekeceği için…

Çok fazla kinayeli imalara girmeden, hemen önümüzdeki konumuza dönelim.

Büyük Menderes?

Büyük Menderes Nehri de “yaşanamaz nehir” durumuna dönüşüyor.

Büyük Menderes Nehrinde su canlıları artık yaşamıyor. Nehir balıkçılık, su ürünleri, su sporları gibi aktiviteler için uzun süredir uygun bir su kütlesi değil. Kazara suya girenler de çeşitli hastalıklara maruz kalıyorlar.

Nehrin kirlilik oranlarının yüksek olduğu, yakın zamanda bitirilen Büyük Menderes Havzası Taslak Yönetim Planında tespit edildi. Nehrimiz kirli. Nedeni?

Nedenler Amerikan nehirlerindeki nedenlerden farklı değil. Endüstriyel atıklar, evsel atıklar ve tarımsal ilaçlar.

Buna ilaveten bizim durumumuzda bir ilave faktör daha var: Su Yönetiminin faaliyetleri.

Su Yöneticileri de Büyük Menderes Nehri başta olmak üzere, çay, dere, göl ve diğer su kütlelerinden önemli değişiklikler yaparak suyun doğal akışını etkiliyorlar. Sonuçta kirlilik oranının artmasına, topraklarımızın kontamine olmasına, bağlantılı göllerin ve doğal yaşam alanlarının kirlenmesine neden oluyorlar.

Yukarıda değinilen taslak planda yer verilen önlemleri uygulayacak olan su yönetimi, ancak bu yönde bir kıpırdama da yok.

Kamuoyu yaşanamaz nehir olma yolunda ilerleyen Büyük Menderes Nehri’ne bir sulama kanalı olarak bakmaya ve nehre bu muameleyi yapmaya devam ediyor. Havzanın en önemli su gündemi halen sulama olmaya devam ediyor.

Bu Blog Hareketi Gününde canınızı daha beter sıkmak pahasına, Büyük Menderes Nehri’nin “yaşanamaz nehir” olma yolunda ilerlemekte olduğuna dikkati çekmek istedim.

Çözümü yok değil, çözüm önerileri de Büyük Menderes Havzası Taslak Yönetim Planının ekinde bir program halinde belirtilmiş. Ama bunları uygulama safhasına koyabilmek için ilgi, farkındalık ve azim gerekiyor.

26 May 2010

AVCILAR LEHİNE NE DEMEK?


Bu bir MAK yazısıdır.

Adetim olduğu üzere, bu yılki Merkez Av Komisyonu Kararına ilişkin yazımı dikkatlerinize sunmak isterim.

Doğaseverlerin malumudur, Merkez Av Komisyonu (MAK) her sene Mayıs ayında toplanarak içinde bulunulan yılın genelde Ağustos ayı ile başlayan ve bir sonraki yılın Şubat ayı sonlarına doğru biten av sezonunda uygulanacak kararları görüşür ve karara bağlar.

MAK yasal bir kurumdur, görevi, yetkileri, çalışma usul ve esasları Kara Avcılığı Hakkında Kanun ile belirlenmiştir. MAK’ın alacağı kararların taslağı ise Çevre ve Orman Bakanlığı, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğünce hazırlanır.

MAK Kararının hedef kitlesinin avcılar olduğu düşünülse ve kabul edilegelse de ben bunun hep aksini düşünmüşümdür. MAK Kararının hedef kitlesi (ve aslında konusu) yaban hayvanlarıdır. Zira Kararda yer alan kurallarla belirlenen insanların faaliyetleri gibi görünüyor olsa da, aslında belirlenen bu yaban hayvanlarının nerede, ne zaman ve kaç tane öldürüleceğidir. Dolayısıyla esas itibariyle kararlar av hayvanlarını ilgilendirmektedir. O nedenle alınan kararlar ve muhtemel sonuçları av hayvanları açısından değerlendirilmelidir.

Diğer yandan, avcılarımız öteden beri MAK toplantılarına bir boks maçı veya bir meydan muharebesi gözüyle bakmaktadır. “Avcılar bu toplantılarda birlik olup, “karşı tarafı” dize getirmesi gerekmektedir. Her yıl avcıların aleyhine alınan kararlar cana tak etmiştir. Bu yıl artık avcıların lehine değişiklikler yapılması gerekmektedir. Avcı temsilciler, özel avlak temsilcisi ve GSGM temsilcisi birlikte hareket edebilirse çevreciler artık bu sene yenilgiye uğratılabilecektir.”

Oysa ki idarenin, özellikle de doğal kaynak yönetimi disiplini içerisinde yer alan av ve yaban hayatı yönetimi alanında alacağı kararlar, bir grubun leh veya aleyhine olup olmadığından ziyade, mevcut kaynağın (yaban hayvanlarının bir kaynak olarak nitelendirilmesine de karşıyım ancak literatürde böyle deniliyor) akılcı ve sürdürülebilir olup olmadığı ile ilgili olmak gerekmez mi? Ona göre bir sistem tesisi gerekmiyor mu?

***

Avcılığın insan yapısının gösterebildiği “normal” biyolojik ve sosyal davranış yapılarından birisi olduğu artık günümüz dünyasında kabul görmektedir. Bu nedenle bu yazıda avcılığın yapılmaması ihtimali gibi gerçekçi olmayan bir ihtimal üzerinde durulmayacaktır. Buna karşın, avcılık yapılacaksa, bu pratiğin “açıklanabilir” gerekçeleri olan kurallara bağlanmasının doğal olduğu düşünülmektedir.

Örneğin, bir dağda bir sonbahar günü sabah erken saatlerde av tüfeğinden çıkan saçmalarla can veren keklik sayısının değişmiş olmasının sebebinin, “avcıların birlik içerisinde hareket etmesi” ya da “bu yıl avcıların lehine kararlar verilmiş olması” ile açıklanamayacağı ortadadır.

Hafta sonu çalışmak zorunda kalan avcılar için hafta içi bir gün daha av günü verilmesinin, önceki düzenlemelere nazaran yaban hayvanları için doğuracağı sonuçların ne olduğu konusunda elde bir bilgi olmamasına karşın, bu ve buna benzer hususlar her yıl tartışma konusu olabilmektedir. Hiçbir MAK üyesi de bir yıl olsun kalkıp, “bizim görevimiz insanların haftalık avcılık hırslarını tatmin etmek değildir, av hayvanları populasyonuna kalıcı bir zarar vermeden avcılık faaliyetinin sürdürülebilmesidir” diyememiştir.

Ben esasen idarenin bu MAK sistemi ile elde etmek istediği sonucu merak edenlerdenim. İdare “avcıların lehine” düzenlemeler yaparak avcıları mı memnun etmek istemektedir? “Bu yıl üç olur, seneye beş” diyerek günü mü geçirmektedir? Çünkü bu MAK sisteminin modern yaban hayatı idaresi ülkelerine ve doğal kaynakların sürdürülebilirliği ilkesine uygun bir yönetim getirmediğini biliyoruz.

Kaba bir örnek verelim.

MAK Kararlarına göre bir yıl diyelim ki, çil keklik avı sadece 4 il için günde iki kuş limit olmak üzere açılmış olsun. (MAK aklı, sebep göstermeye gerek mi var, neden olmasın?) Çil keklik yıllardır ülke çapında avlanması yasak olan bir yaban hayvanıdır. Diyelim ki bu 4 ilimizde, kafadan biraz büyük rakam atalım (DKMP Genel Müdürlüğünün de başka bir şey yaptığını sanmıyorum, kafadan atıyorlar) toplam 100 bin çil keklik yaşıyor olsun.

Önemli bir çoğunluğu hayatından çil kekliğe silah atmamış olan yurt avcılarımızın bu 4 ilimize akın etmeyeceklerini kim iddia edebilir?

Hadi diyelim, ekonomik kriz, benzin fiyatının pahalı olması filan derken akın etmediler. (Bu bagaj limiti ve haftada 4 gün av düzenlemeleri ile hedeflenen odur ama bilmiyormuş gibi yapalım) O zaman bu 4 il ve çevre illerden gelecek avcılarımızın çil kekliklere silah atacağını düşüneceğiz.

İlk gün her ilde ava çıkan (yine mütevazı bir rakam olsun) ortalama 5 bin avcının 1’er çil keklik vurduğunu düşünelim. Avcılarımız ilk anda atışlarda hamlıktan, yürüyememekten derken limitlerini dolduramazlar diye düşündük. Hiçbiri de Allah için limit aşımını filan aklına bile getirmez dedik. İlk gün toplam 100 bin olan çillerin 20 bini gitti. Ama av günü haftada 4 gün olacaktı? Neyse, onu da fazla yazmış olabileceğimiz avcı sayısına ve herkesin aynı gün ava çıkmamasına sayalım. Yani 20 bin rakamı 4 il için toplam hafta ortalaması olsun.

Bu arada MAK sisteminde avlak limiti, kontrollü giriş gibi bir şey yok. Yani “durun, bu bölgede iş çığırından çıkıyor, buna şu sınırlı alanda şimdilik ara verelim” demenin bir yolu yok. O nedenle, MAK’ın verdiği izinle avcılarımız, “Ya Allah” devam ediyor. İkinci hafta ve üçüncü hafta derken bir ayda toplam çil sayısının 5’te 4’ü sizlere ömür. Sizin de gördüğünüz gibi, fazla uçucu olmayan, yani yaşam alanı dışına fazla çıkmayan bu av hayvanımızın köküne kibrit suyu ekmekteyiz. Hem de yasal olarak... Bir hafta daha ava çıksalar, hem de artık herkes egzersiz yapmış, hamlığını atmış, tüfekler daha iyi atılıyor, köpekler de kokuyu öğrenmiş, son kalan 20 bin çilin şansı sizce ne kadar? Gelecek sene bu 4 ili çil avına kapatsanız bile, kalabilmiş olan zavallı populasyon artığının toparlanma şansı ne kadar?

Bu senaryoya il dışından otobüslerle gelecek olan av partilerini, her gün ava gidebilecek durumda olan cengaverleri, ava giderken yanında seyyar buz çantaları götüren stokçuları, “alaya bir tüfek attım, üç kuş birden düştü” ballılarını (!) ve “kınalı zannettim, meğer çilmiş” masumlarını (!) dahil etmedik. Bagaj limiti sorununun türlü cinliklerle aşılması ne için sanıyorsunuz?

Bu senaryo her sene kınalı kekliğin, yaban tavşanının başına gelen hikaye değil midir? Her yıl boş dağlar aynı ağıtı yakmıyor mu? Şimdi siz söyleyin, Allah aşkına, bu iş avcıların lehine mi, aleyhine mi? Avcıların lehineyse kimin aleyhine?

Mehmet Ekizoğlu