27 Ara 2006

BİR ZAMANLAR AMERİKA …




BİR ZAMANLAR AMERİKA …

Bundan yüzyıllar önce, Amerika kıtasına bu ad verilmeden çok önceleri bu kıtada yaşayan insan ve hayvanlar kıtalarının gerçekte bir kıta olup olmadığını bilmiyorlardı. Aslında beyaz adam gelmeden önce bunun bir onemi de yoktu. Beyaz adam geldikten sonra ise, hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Uçsuz bucaksız kırlar ve zirvesi görünmeyen dağlar bu bilinmeyen kıtanın sadece bir bölümün oluşturuyordu. Bir yandan kutup dairesine uzanan soğuk topraklar, güneye doğru indikçe yeşilleniyor ve dünyanın gorebileceği en büyük ve en uzun ağaçları içinde yaşatan ormanlar, toprağa bir ışık huzmesi bile göstermiyordu. Daha da güneyde ise yüzlerce kilometre boyunca tek canlı göremeyeceğiniz çöller ve akarsular ve erozyonun birlikte oluşturmayı başardığı kanyonlar bu güzel ülkenin çehresini süslüyordu.

Kuzeyde fazla insanin yaşamadığı yerlerde binlerce bireyden oluşan Caribou geyiği sürüleri yıllık göçlerini yaparken, bu göçe dayanamayacak olan yaşlı ve hasta geyiklerin yanısıra yeni doğan ve henüz koşmayı öğrenen yavruları da gözleyen kurtlar kah pusarak kah koşarak nafakalarını çıkarmaya ve yeni doğan yavrularını beslemeye çalışıyorlardı.

Çok da uzak olmayan bölgelerde kuzeye yumurtalarını bırakmaya çıkan ve akıntının tersine doğru yüzen somon balıklarını son derece aç bir şekilde bekleyen Grizzly ayıları karşılıyordu.Kuzeyin büyük baş hayvanı Moose geyiğinin dev boynuzları ile süslenen Alaska aksamları Kuzey Işıkları ile bir başka melankolik ediyordu Inuit yerlilerini...

Bu büyük ve büyüleyici kıtanin derinlerinde kanyonlar arasında uçsuz bucaksız uzanan kırlarda uçarcasına birbirleriyle yarışan Pronghorn Antilopları kısa hazırlanmak için et kurutmak zorunda olan Siu Yerlilerine zorlu bir av teşkil ediyorlardı. Ancak yerlilerin et için daha iyi kaynakları da vardı. Ellerinde mızrak ve oklarıyla otlar arasında sine sine ilerleyen kabilenin avcıları, önlerinde simsiyah bir duvar gibi uzanan müthiş bir sürüye doğru yaklaşıyordu. Bunlar Buffalo'ydu. Ucu bucağı görünmeyen bu kırlarda milyonlarcası biraraya gelebilen bu toprakların tüylü ve güçlü otyiyeni ne yazık ki pek iyi göremiyordu. Bu nedenle daha cok koku ve duyma yeteneğine güvenen bu boynuzlu gemi, aynı zamanda talihsiz bir panik duygusuna da sahipti. Yerlilerin birisinin bir hareketiyle binlerce bireyden oluşan sürünün onlar için hazırlanan uçuruma doğru sürülmesi ve yine yüzlercesinin uçurumdan düşerek ölmesi hiç de zor olmuyordu. Bu sayede yerliler kişi av etiyle ve buffalo derisi kıyafetleriyle rahatlıkla geçirebiliyordu.

Biraz daha yukarılara doğru çıkıldığında ise toprak biraz değişiyor ve ufak çalılar küçük ağaçlıklara dönüşüyordu. Buralar sert iklimin ve zor arazinin ustası olan Black Tail Geyiğinin eviydi. Boynuzları her sene büyüyerek dişileri büyüleyecek olgunluğa erişmiş bir black tail, sert yapısı ve sağlam bacakları ile değme yırtıcılara pabuç bırakmazdı. Onun yakın akrabası olan White Tail geyıği ise daha cok sık ormanları tercih ediyor ve yeşil perdelerin arkasında bir görünüp bir kaybolan bir peri gibi ormanın ruhuna güzellik üflüyordu. Ağacın başında iyice gizlenmiş ve ava çıkmadan önce yeterince dans etmiş olan yerli avcı, bu periyi evine götürebilmek için ikna yeteneğini değil sessizliğini ve ok atma kabiliyetini kullanmak zorundaydı. Yine de white tail geyiğinin sese ve görüntüye karşı iki üç saniyelik merakı çoğu zaman yerlilere bekledikleri firsatı verirdi.

Ormanların ve çalılıkların biraz üzerine, yükseğe çıkıldığı vakit, güz aylarında iseniz derin bir çığlıkla ürperirdiniz. Bu yüksek yaylaların en büyük otoburu, boynuzlu yaratıkların en güzellerinden birisi olan Elk Geyiği boğasının cevresine hükümranlığını ilan etme yöntemidir. Elk geyiği yüzyıllar önce hem yüksek bozkırlarda; hem de dağların ulaşılmaz kuytularında kendi krallığında yaşayan yeleli bir geyikti. Genelde sürü halinde yaşayan bu güçlü hayvanın zayıf yani yine sürü içgüdüsüydü. Sürüye liderlik eden boğanın ani ölümü veya yaralanarak suruyu yolda bırakması, bütün sürüyü onu alınmaz bir paniğe sürüklerdi. Bu panik anında da sürünün tamamen yok olması hiç de beklenmeyen bir sonuç değildi. Bu zayıflıklarına karşın yerli avcılar böyle bir yola katiyen başvurmazlar ve avladıkları hayvanların ruhlarının rahatsız olmaması ve ilerideki avlarında kendilerine destek olması için ihtiyaçları kadar avlamaya ve vurulan hayvanı onurlandırmaya özen gosterirlerdi. Yenilen geyiğin kemikleri ormana gömüldüğü takdirde ertesi bahar bu hayvan kendi kemiklerinden tekrar doğabilirdi.

Elk geyiğinin muhteşem boynuzlarını gururla kaldırarak böğürdüğü bu yaylaları bırakarak daha yükseğe, kayaların yağan kar ve buzla eridiği yüksekliklere, zirvelere yaklaştığınızda görünmeyen otların peşinde bir balerin gibi sakince dans eden bir muhteşem yaratik daha görürdünüz. Bighorn Koyunu. Yükseklerin bu erişilmez kıvrık boynuzlu güzelliği, bulunduğu yerlerde cok az olan yırtıcılarla değil mevsimlerle boğuşurdu. Kışı çok sert geçtiği mevsimlerde ot bulabilmek için asağılara inmek zorunda kalan bu sert hayvan bu sefer pek de avantajlı olmadığı bu bölgelerde Mountain Lion denilen bir çeşit dağ aslanıyla karşı karşıya kalabiliyordu ve bu karşılaşmalarda aslan genellikle pusuda oldugundan zavallı koyunun pek de şansı kalmıyordu.

Hiç bir zaman birbirlerinin nesline kast etmeden çizilen sınırlar içerisinde yaşayan bu hayvanlar ve hayat tarzı ve felsefeleri onlardan pek de farklı olmayan Amerikan yerlileri, bir gün ellerinde şimşekler saçan demirleriyle, kafalarında ilginç başlıklarıyla bilmedikleri bir dilde konuşan ve ilk başta sempatik ve zayıf görünen beyaz adam ile karşılaştılar. Nüfusunun azlığından dolayı, burada yaşamakta usta olan yerlilerle dost olmaya çalışan beyaz adam, büyük denizin öteki tarafından gelenlerle çoğaldıkça ve güçlendikçe büyük toprakların doğusundaki verimli arazilere sığmamaya ve birbiriyle kavga etmeye başlamıştı. Artan nüfusu doyurmaya yetmeyen az kaynaklar ve açılan sınırlı toprak, bu aç yeni kitleyi sinirli bir hale getiriyordu.

Liderleri çok geçmeden yeni yerlerin yerleşime ve tarıma açılması gerektiği kararına vardılar. Bunun için yerlilerin atalarının ruhlarıyla ve av hayvanlarıyla barış içinde yaşadıkları toprakları bırakmalarını beklemek veya onları buna zorlamak gerekiyordu. Birincisi olmayacağı için hemen ikinci seçenek denendi. Ateş saçan demirler calışmaya basladı. Yerlilerin bu yeni silahları öğrenmesi fazla uzun sürmedi, ancak artık saat onların aleyhine işlemeye başlamıştı.

Batıya doğru hücümda en büyük aşama demiryolu ile kaydedildi. Bu sayede gidilemeyen toprak kalmadı ve götürülemeyen eşya veya silah da kalmadı. Demiryollarında işleyen trenler, buffalo sürülerini önce böldü, daha sonra da binlercesi vurularak oracıkta ölüme terkedildi. Buffalolar sadece beyaz nüfusu beslemek için öldürülmüyordu. Buffalolar hem işgal ettikleri bölge itibariyle; hem de dietleri nedeniyle beyaz adamın sığır sürülerine büyük bir rakipti. Buffalo sürüsünün oldugu yerde sığıra yer yoktu. Bir başka neden de, buffalo sürüsü demek, kışı geçirebilen ve kendileri için hazırlanan toplanma yerlerine gitmeyi reddeden yerli kabileleri demekti. Bu muazzam yiyecek kaynağı bitirildiğinde, yerlilerin atalarının toprağını bırakıp istenilen yerlerde ölümü beklemekten başka çareleri kalmayacaktı.

Öyle de oldu. Buffalolar atla, trenle, at arabasıyla takip edildi. Milyonlarcası öldürüldü. Çok azı yenebildi. Yirminci yüzyılın başına gelindiğinde artık Amerika kıtasında buffalodan bahsetmek mümkün değildi. Bu gösterisli hayvanın milyonlarca boynuz halinde ufku doldurduğu ve geçerken yerleri titrettiği dönemler geride kalmıştı. Sıra elk geyiğine ve daha sonra black tail ve white tail geyiğine geldi. Tuzakçılar, dericiler, göç edenler, maceracılar, para için avlananlar sırayla bu nadide hayvanların peşine düştü. Bu hayvanların yanında kazlar, ördekler, yaban hindileri, sharptail grouse, rakunlar, vaşaklar kısacası tüm yenebilen ve kürkü olan hayvanlar bu kampanyaya konu oldular. Şehirlerde av etinden ucuz bir şey yoktu. Büyük şehirlerde kibar bayanlar sapkalarına tüy beğeniyor, kürkleriyle birbirlerine nazire yapiyorlardı. Amerikan yaban hayatı can çekişiyordu.

II. BÖLÜM

1898 yılında ABD'de daha öncekilerden çok daha genç bir adam meydanları dolduran kalabalığa coşkuyla sesleniyordu. New York kökenli bu sert görünüşlü adam, ABD'nin o güne kadar ki en genç başkanı olacaktı.

Bir savaş kahramanı olan Theodore Roosevelt, New York'ta zengin ve mutlu bir hayata daha yeni başlamışken annesini ve eşini aynı günde kaybetmişti. Bundan sonra New York'u terkederek yeni satın aldığı Kuzey Dakota'daki çiftliğe yerleşen genç adam, bu ıssız kırlarda hayvancılığa başladı. Amerika'nın yaban hayatı açısından el değmemiş sayılabilecek Badlands denilen yörelerinde hayvancilik yapan Roosevelt, Kuzey Dakota'niın av hayvanların keşfediyordu. Burada iki yıl boyunca neredeyse Amerika'nın tum av hayvanlarını gerçek habitatlarında görme ve avlama imkanı bulan Roosevelt aynı zamanda bu büyük zenginliğin insan eliyle nasıl yok edilmeye başlandığını ve ekonomik ve siyasi nedenlerle yaban hayatının yaşama alanlarının nasıl ellerinden alınarak şehirlere, tarlalara ve otlaklara dönüştürüldüğünü de gördü. 1887'de bu gidişin önüne geçebilmek amacıyla arkadaşlarıyla birlikte Boone and Crocket Kulübünü kurdu. Bu Kulup daha sonra ülkenin en güclü sivil çevre koruma ve yaban hayatı lobisi durumuna gelecekti.

Kısa bir süre sonra Amerikan İspanyol savaşından döndükten sonra politikaya soyunan Roosevelt, 1901 yılında Başkan seçildi. Başkan olduktan sonra Amerikan doğal hayatı konusundaki fikirlerini hayata geçirme imkanı bulan Roosevelt öncelikle Amerikan Federal Orman Idaresini kurdu. Ormanları ulusal hazine ilan etti. Askeri birlikler ve sivillerce buffaloların katledilmesini durdurdu.1906 yılında yasa ile 18 ulusal doğal anıt ilan etti. Niagara Şelaleleri ve Grand Kanyon da dahil olmak üzere beş adet binlerce kilometrekarelik Milli Park ve 51 tane de yaban hayati rezerv sahası kurdu. 1908 yılında Ulusal Koruma Kongresini toplayan Başkan, bu Kongre sonrasında bütün eyaletlerin kendi yaban hayatı idarelerini kurmalarını sağladı.

8 yıllık başkanlığında federal koruma arazileri 90 milyon hektardan 400 milyon hektara çıkmıştı. Bugün ABD'de nesilleri tehlikeye girmeden yaşamlarını sürdüren bir çok yaban hayvanı türü bunu Theodore Roosevelt'in uzak görüşlü tedbirlerine borçludur. Kuzey Dakota'da bugün bir Milli Park, ABD ve dünya tarihinin bu büyük avcısı ve korumacısının, Roosevelt'in adını taşımaktadır.

Günümüzde ABD'de avlanmak serbesttir. Her eyalet kendi avcı eğitimi, lisans ve paralı izin programlarına, koruma tarih ve sezonlarına uymaktadır. Avcılar bu kurallara uyarak istedikleri eyalette sezonları içerisinde avlanabilmektedir. Geçmişte soyları tükenme noktasına gelen bir çok hayvan bugün bu tehlikeyi atlatmış durumdadır. Yaban hayatı yönetiminde bilimsel yöntemlerin yaklaşık 80 yıldır uygulanıyor olması, avcı eğitimlerinin yaklaşık aynı tarihlerde başlaması ve koruma alanlarının genişliği bunu sağlamaktadır.

Bugün ABD'de 30 milyon civarında White Tail geyiği olduğu hesaplanmaktadır. Elk geyiği 1.5 milyon dolayındadır. Bir zamanlar tükenme noktasına gelen buffalo bugün ABD'nin her yerinde bulunmakta ve yaklaşık 500,000 dolayında hesaplanmaktadır. Buna özel çiftliklerde et için yetiştirilenler dahil değildir. Kanada kazlarının sadece ABD içinde kalan nüfusunun 2.5 milyon dolayında olduğu tahmin edilmektedir. Her yıl avcılar tarafından avlanan geyik sayısı 4 milyon dolayındadır. Bu senelerdir aynı düzeyde gitmekte ve geyik sayısı her yıl artmaktadır. Amerika'da bugün araba çarpmaları, şehirlerden yaban hayatına bulaşan hastalıklar, piknikçilerin veya fotoğrafcıların doğada yaban hayvanlarından korunması, geyiklerin bahçelere verdikleri zararlar gibi konular avcılıktan daha önde gelen yaban hayatı sorunlarıdır. Artık sadece avcılar değil, yaban hayatından tüm yararlananlar bunun ücretini ödemektedir. Bu fonlar bütçeye değil doğrudan eyaletlerin yaban hayatı programlarına gitmektedir. Bu sayede yerel yönetimler biyolog, zoolog, mikrobiyolog gibi uzmanları ise alabilmekte ve yerel araştırmalar yaptırarak bölgesel tedbirler alabilmektedir. Yaban hayatı hem Federal yetkililerce, hem de Ducks Unlimited gibi, Rocky Mountain Elk Foundation gibi gönüllü avcı kuruluşlarınca yakından izlenmektedir. Yaban hayvanlarını tehdit edecek herhangi bir hastalık gibi, artan araba çarpmaları gibi unsurlar araştırılarak önlemler alınmaktadır.

ABD'de babalar hala çocuklarını balık tutmaya ve ava götürmektedir. Bu eski Amerikan geleneği, büyük şehirlerde olmasa da ABD'nin çoğu yerinde devam etmekte ve Amerikan insanı yaban hayatıyla içiçe yaşamaktadır.

Mehmet Ekizoğlu

II.Bölüm için yararlanılan kaynaklar

Swan, James. In Defense of Hunting, HarperSanFrancisco, 1995.
Roosevelt, Theodore. Hunting Trips of a Ranchman, G.P. Putnam's Son, 1885.
U.S. Federal Fish & Wildlife Service Web Site.

Hiç yorum yok: