27 Ara 2006

KÜÇÜK KEKLİK


KÜÇÜK KEKLİK

Önündeki küçük taşlar bile büyük engeller gibi görünüyordu küçük kekliğe. Alayın en arkasında yürüyor ve alayın uçuşa geçmemesi için dua ediyordu. Ayakları henüz pek yumuşaktı ve bacak kasları da pek gelişmiş sayılmazdı. Büyüklerinin ayakları ona dev gibi görünüyordu. Onların ayaklarının üzerinde bir de çıkıntıları vardı. Bu çıkıntılar ona çok korkutucu geliyordu.

Alay her zaman bulunduğu dere sırtlarından yürüyerek aşağı iniyor; bir yandan son yağan yağmurdan sonra çıkan otların yeşil uçlarını topluyor, diğer yandan da etrafı dinleyerek çağıldayan dereye yaklaşıyordu. Küçük keklik önündeki yeşil otların yeni çıkan uçlarını görene kadar kendinden büyük bir keklik onu yutmuş oluyordu. Nasıl bu kadar hızlı yürüyüp otlanabildiklerine çok şaşırıyordu. Kalan parçaları yiyip hızlıca onlara yetişmeye çalıştı. Alay şimdi su kenarına inmiş, uygun bir yer arıyordu. Küçük keklik, suyun çağıldayışından korkarak biraz daha aşağı seyirtti. Dere buralarda çok hızlı akıyordu, buralardan su içmesine imkan yoktu. Biraz daha yürüdü. Sudan yosun kokuları gelen minik bir durgun girintiye yaklaştı. Burada akıntı yoktu. Çekingen hareketlerle içmeye başladı. Fazla susamamıştı, ama yine de bu tatlı sudan fazlaca içmeden edemedi.

Su içerken çevresinde hissettiği kanat sesleriyle korktu, hemen geri çekildi. Alay onun keşfettiği su birikintisine hücum etmişti. Küçük keklik nasılsa fazlaca içebildiğini düşündü. Diğer kekliklerin arkasında durarak ayak altında ezilmemeye çalıştı. Keklikler birbirinin yanında yer bularak suya hızlıca inip kalkan başlarıyla suyu küçük bünyelerine indiriyorlardı. Küçük su birikintisinin kenarında büyük bir telaş yaşanıyordu.

O sırada yakınlarda bu telaşı izleyen birisi daha vardı. Bir çakal dereye bakan sırttaki otların içinde büzülmüş, alayın su içişini seyrediyordu. Uzun süredir aç olan karnının seslerini zor bastırıyordu çakal... Kekliklerin tadını ve kokusunu epeydir duymayan çakalın burnunun iki yanında uzanan bıyıkları titremeye başlamıştı. O ne hoş bir kokuydu, o ne güzel bir tattı öyle... İnce kemiklerin dişleri arasında çıtırdaması ve sıcak kanın boğazından aşağı akması hayali çakalın açlığını iyice kamçılamıştı.

Arkasından esen sert bir rüzgar otlarla birlikte sırtındaki tüyleri de kaldırdı ve çakalı üşüttü. Artık daha fazla dayanamayacaktı. Seri ve sessizce hareket ederek kekliklerden birini yakalamalıydı. Karnını otlara yapıştırarak ön ayaklarını yere batırırcasına sürünmeye başladı. Bir yandan kulaklarını arkaya doğru yatırmış ve gözünü kuşlara dikmişti. Uzun otlar arasından iyice dere kenarına kadar yaklaştı.

Küçük keklik susuzluğunu giderdiği için yavaş yavaş otları takip ederek kurumuş bir akıntı yatağından yükseğe çıkmaya başladı. Hiç acele etmiyor, çevresine bakınarak sevdiği otların taze kısımlarını çekiştirip yutuyordu. Birden ilerideki dereye inen sırttaki otların farklı bir şekilde kıpırdadığını ve yavaşça yere yattığını farketti. Bir anda içini büyük bir korku kapladı. Kıpırdayan otların keklik alayına iyice yaklaştığını görmüştü.

Çakal iyice yaklaştığına kanaat getirdi. Biraz daha ilerlerse otlardan çıkmak zorunda kalacak ve keklikler de onu erken farkedeceklerdi. Suyun kenarında artık tüylerini temizlemeye, düzeltmeye başlayan kuşlara dikkatlice baktı. Kasları bir yay gibi gerilmişti. Aralarında en irisi gibi gördüğünü gözüne kestirdi. Ön ayaklarıyla toprağı kendine doğru çekti. Çenesini iyice öne uzatarak birden atladı.

Keklik alayı büyük bir gürültüyle dere kenarından parladı. Kanatların birbirine çarpmasından büyük bir patırtı çıkmış ve dere kenarı küçük bir toz bulutuna girmişti. Havada tüyler uçuyordu. Tozun arasında çakal kuyruğundan ve bir bacağından yakaladığı iri bir kekliği yere bastırmış, bir ayağıyla da kanadına bastırarak yeri döven bu güçlü kanadı hareketsiz hale getirmeye çalışıyordu. Sıkı sıkıya bastırdığı dişlerinin arasından özlediği o kokuyu ve tadı hissediyordu.

Küçük keklik korkuyla seyrettiği bu saldırının sonunu beklemeden alayla birlikte kanatlarını hızla birbirine çarparak uçuşa geçmişti. Korkudan geriye bakamıyordu.

Geride çakal artık sert kanat hareketlerinin yerini seyirmeler ve titremeler almış olan kekliğin cansız bedenini güçlü çeneleriyle sıkıştırmış ve geldiği tepeye doğru bir koşu tutturmuştu. İlk fırsatta düşman gözlerden uzak bir kuytu köşe bulacak ve karnının açlığını, bu mükemmel avıyla giderecekti.

Alayın diğer üyeleri set hareketlerle çırptıkları kanatlarıyla küçük kekliğin önüne geçmişler ve tepeyi aşarak süzülmeye başlamışlardı. Küçük keklik güçlükle kanatlarını çırparak tepeyi aştı ve o da süzüldü. Bayır aşağı doğru kekliklerin süzüldüğünü gördü. Kanatlarını açarak küçük gövdesini rüzgara bıraktı. Kanatları yorulmuştu. Henüz olgunlaşmamış palaz tüyleri rüzgarda kopup gidecekmiş gibi sallanıyordu. Alay süzülerek bir tepenin ardında kaybolmuştu. Onları takip etmek için biraz daha kanat çırptı. Bu küçük kekliği iyice yordu. Tepenin üzerine konuverdi. Konar konmaz hızlıca yürüyerek tepenin arkasında ne var diye baktı.

Tepenin arkası hafif yükseklikler ve aralarında yumuşak çukurlar olan güzel bir plato idi. Şimdi alayı nasıl bulacaktı? Tam bunu düşünüp korkmaya başlarken tanıdık bir ses duydu. "gak gabak gak gabak gak gabak...". Sesi hemen tanıdı, bu büyük ayaklı kart bir horozun sesiydi. Alay yeniden toplanıyordu. Sesin geldiği çalılıklara doğru seyirtti. Bir kaç keklik yanından arkasından gelip onu bu koşusunda yalnız bırakmadı. Küçük sesler çıkarıyor ve onlara, "Bensiz gitmeyin, n'olur" diye yalvarıyordu.

Keklik alayı yeniden toplanmıştı. Aralarında bir eksik vardı. Ancak alay bu saldırıyı çok fire vermeden ucuz atlatmış sayılırdı. Şimdi yaklaşan kışı sağsalim atlatmak gerekti. Heyecanları yavaş yavaş yatışıyordu. Yine de küçük ot tohumlarını kursaklarına indirirken sık sık başlarını kaldırıp etraflarına bakıyorlardı.

Küçük keklik deminki saldırıyı hemen unutuvermişti. Yine alayla birlikteydi işte. Neşeli gurultular çıkararak zıplıyor, taşların arasındaki otları, artık iyice kızarmaya yüz tutan gagasıyla çekiştiriyordu.

Doğa kendisini hemen yenilemiş; az evvel gerçekleşen müthiş olay derhal geride bırakılmıştı. Hayat devam ediyordu.

Mehmet Ekizoğlu

Hiç yorum yok: