16 Ara 2008

TAŞIMA KAPASİTESİ VE AVCILIK

Giriş

Avcılığın ekosistemdeki doğal dengenin bir parçası olup olmadığı, avcılığın doğaya zararlı olup olmadığı tartışma konusu edilmektedir. Bir kesim “halen bir çok yönden baskı altında olan yaban hayvanlarının avcıların baskısından olumsuz etkilendiğini, hatta soylarının bu yüzden tükenme riskine girdiğini” iddia etmektedir.

Avcıların çoğunlukla içinde bulunduğu diğer bir kesim ise buna karşılık olarak “avcılığın doğal hayata herhangi bir zarar vermediğini, avcılığın aslında yaban hayvanlarının popülasyonunda oluşan fazlalığın hasadı anlamına geldiğini” iddia etmektedirler. Bu görüşe göre “avcılar esasen doğada zaten var olan, ama son zamanlarda yok olmaya yüz tutmuş olan doğal yırtıcıların yerini almaktadır.”

Yaban hayatı biyolojisi açısından bakıldığında her iki argümanın da geçerli ve geçersiz olan yönleri mevcuttur. Aslında bu konudaki araştırmalar her iki görüşün de doğru olduğu bazı veriler tespit etmiştir. Kesin olan şudur ki, her iki tarafın da görüşlerinde daha tutarlı olabilmesi için biyoloji biliminin bulgularından yararlanmalarında ve görüşlerini bilimsel bulgular üzerine inşa etmesinde yarar vardır. Gelin bu bilimsel bulgulara birlikte göz atalım.

Ekosistemde popülasyon dengesi

Her şeyden önce yaban hayvanları bazı istisnalar dışında, popülasyonlarının artışında ve üremelerinde bazı kısıtlamalar ile karşılaşmaktadırlar. Yeterli yiyecek verildiğinde ve herhangi bir yırtıcı veya hastalık ile karşılaşmadığında, popülasyon sayısı sürekli artan ve bu artışı aritmetik olarak devam eden sadece iki- üç tür vardır. Bunlar bakteriler, fareler ve bazı böcekler ve insandır. Dış etkenle karşılaşmadığında bakteriler laboratuar ortamında olsun veya doğada olsun sürekli artmaktadır. Fareler üzerinde yapılan deneyler göstermiştir ki, bu hayvanlar hastalık ve yiyecek eksikliğinin sözkonusu olmadığı durumlarda sınırsız çoğalmaktadır. Son olarak insan olarak bizler de çoğalmamızın önünde sınır tanımamaktayız. İnsanoğlunun yaşamını sürdürebilmesi için habitat engeli diye bir şey olmadığını artık biliyoruz. Bilim adamları yerçekimsiz ortamda nasıl yaşayabileceğimiz sorusunun cevabını aramakla meşguldür.

Taşıma kapasitesi

Öte yandan, diğer yaban hayvanları çoğalmalarına engel oluşturacak bir dış etken olmasa da, örneğin hastalık veya yırtıcıların varlığı gibi, kendi kendilerine popülasyon artışını önce azaltmakta, daha sonra da popülasyonun aynı düzeyde kalmasına yetecek bir üreme düzeyine geçmektedirler. Burada belirleyici olan faktör, yaban hayvanlarının üreme genetikleri ve habitat genişliğidir. Yeterince geniş olmayan yaşam alanlarında kalan yaban hayvanları, bir noktada üreme oranındaki artışa son vermekte ve bilinçli olarak popülasyonun istikrarlı olarak bir düzeyde devamını sağlayacak üreme ile yetinmektedirler. Bunun nedenleri araştırılmış ve sebeplerinin tüm bireylere yetecek kadar yiyecek, barınma ve saklanma alanı sağlanması ihtiyacı olduğu tespit edilmiştir. Bir habitatta barınabilecek en fazla yaban hayvanı sayısına o habitatın taşıma kapasitesi adı verilmektedir. Bir ekosistemde bulunan bir tür yaban hayvanı, sayısını ancak taşıma kapasitesine kadar artırabilmekte, daha sonra açlık ile, hastalık veya rekabet ile popülasyon dengede kalmaktadır. Yırtıcı hayvanların varlığı da popülasyonu dengede tutan bir başka etmendir.

Taşıma kapasitesi ve popülasyon artışı Grafik 1’de gösterilmektedir. Bu örnekte, ekosistemde bir tür için taşıma kapasitesinin 30 birey olduğu varsayılmaktadır. Ekosistemde bulunan 4 adet birey ilk olarak aritmetik olarak popülasyonunu artırmaktadır. Daha sonra taşıma kapasitesi olan 30’a yaklaştıkça üreme hızı yavaşlamakta ve nihayet taşıma kapasitesi olan 30 düzeyinde popülasyon sabit kalmaktadır. Sonsuz üreme istisnalar dışında olası değildir.

Popülasyonun artırılmasına yönelik uygulamalar


İkinci örnekte ise ekosistemde yapılacak bir değişiklik ile popülasyonun yani birey sayısının nasıl artırılacağı sorusuna yanıt aranmaktadır.Bu örneğimizde ekosisteme, yaygın tabirimizle avlağa yapılan periyodik av hayvanı yerleştirmelerini (periyodik salımları) görmekteyiz. Görüldüğü gibi, yapılan salımlarda ekosisteme fazladan eklenen bireyler taşıma kapasitesinin üzerinde bir yaban hayvanı popülasyonu oluşturmakta ve azalan kaynaklar (yuva, beslenme ve saklanma imkanı, gıda) nedeniyle popülasyon taşıma kapasitesinin altına düşmektedir. Ekosistemin avlak olması durumunda bu değişim avlanma ile sağlanmaktadır. Görüldüğü gibi av hayvanı salımları bir ekosistemde sürekli bir popülasyon dengesinin oluşmasını sağlamaktan uzak kalmakta, hatta oluşan dengeyi bozmaktadır. Bu değerlendirmelerde, habitatın uygun olmasına veya daha önceden bu bölgede olmasına karşın herhangi bir nedenden dolayı kaybolmuş veya popülasyonu yok olma noktasına gelmiş bireylerin desteklenmesi amacıyla yapılan salımlar kasıt ve inceleme dışında tutulmuştur.

Grafik 3’te ise diğer bir değişikliğin sonuçlarını görmemiz mümkündür.


Bir ekosistemdeki yaban hayatı popülasyonunu artırmanın en sağlıklı, doğal ve istikrarlı yolu, o ekosistemin sınırlarını genişletmektir. Bunun anlamı avlağın genişliğini artırmak veya araziyi genişletmektir. Bu durumda, grafikte de görüldüğü gibi yaban hayvanı popülasyonu artan gıda, yuva ve saklanma koşullarına göre kendini adapte etmekte ve popülasyonda üreme oranı ani bir artış göstermektedir. Artık habitat sadece 30 bireyi değil, 45 bireyi taşıyabilir hale gelmiştir. Taşıma kapasitesi artmıştır. Popülasyonda birey sayısı yeni taşıma kapasitesi sayısına ulaşıncaya değin artacak ve yine bu yeni rakama yaklaşırken azalacak ve burada istikrara kavuşacaktır.

Kontrollü avcılığın etkisi

Kontrollü avcılık, bir ekosistemde, ya da avlakta popülasyon sayısının kontrol altında tutulması ve taşıma kapasitesinin üzerindeki birey sayısı kadar avcılığa izin verilmesi anlamına gelmektedir. Bu şekilde uygulanan yönetimde, habitat koşulları, diğer yırtıcılar ve popülasyon sayısı sürekli kontrol altında tutulmaktadır. Kontrol altında tutulan diğer değişkenler yoluyla artırılan taşıma kapasitesi üzerindeki bireyler avlanma yoluyla elimine edilmekte ve ekosisteme veya popülasyonun istikrarlı düzeyine bir zarar verilmemektedir. Dikkat edilen nokta, avlanan birey sayısının belli olması ve avcılığın bu düzeyi aşmamasıdır. Bir ikinci husus, avcılık faktörünün av sayısını azaltan diğer faktörler arasına katılmış olması nedeniyle, hastalık, kış şartları ve doğal yırtıcılar gibi faktörlerin artık daha yakından takibinin gerektiğidir.

Kontrolsüz avcılığın etkisi

Kontrolsüz avcılık, ekosistemde, veya avlakta avlanacak sezonluk toplam yaban hayvanı sayısının belirlenmeden avlanılması veya bu kontrolün yapılmaması anlamında kullanılmıştır. Bu durumda, yasal olup olmadığı tartışılmaksızın popülasyonun etkilenmesine bakılmaktadır. Grafik 5’te de örüldüğü gibi 5 inci zaman diliminde devreye giren kontrolsüz avcılık, kısa zamanda popülasyon bireylerinin sayısını azaltmakta ve popülasyonun toparlanarak yeniden taşıma kapasitesi sayısına ulaşmasına izin vermemektedir. Her sezon azalan birey sayısının bu süreç devam ettiği takdirde yok olma aşamasına gelmesi kaçınılmazdır.

Sonuç ve değerlendirme

Grafiklerle anlatılmak istenen olaylardan aşağıdaki sonuçları çıkarmak mümkündür.

Ø Bir ekosistemde yaşayabilecek maksimum yaban hayvanı sayısı bellidir ve buna taşıma kapasitesi denir.
Ø Yaban hayvanı sayısının uzun vadede artırmanın en sağlıklı yolu, habitatın artırılmasıdır.
Ø Yaban hayvanı salımları ancak dönemsel avlanma için, ya da uygun bölgelere yeni baştan yerleştirme için geçerli yöntemlerdir. Uzun vadede habitat aynı kaldığı sürece yaban hayvanı sayısını artırmaz.
Ø Kontrolsüz avcılık, avlaklara kontrollü girişin ve avlanmanın sağlanmadığı avcılık, yaban hayvanlarının sayılarının azalmasına ve uzun vadede yok olmalarına yol açabilir.
Ø Kontrollü avcılık, uygun bir habitat ve av yönetimi ile yaban hayvanlarının neslinin devamına uzun vadede bir zarar vermeksizin sürdürülebilir.
Ø Popülasyon dinamiklerinin sağlıklı işlediği ve habitat ve yırtıcı dengelerinin bozulmamış olduğu ekosistemlerde yaban hayvanlarının popülasyon sayılarının dengede kalması için avcılığa gerek bulunmamaktadır.
Ø Doğal yırtıcıların elimine edildiği ve popülasyon dinamiklerinin doğal işleyişini kuramadığı ekosistemlerin yönetiminde avcılık yararlı ve gerekli bir yaban hayatı yönetimi unsurudur.


İstatistik notları:

1- Grafiklerde anlatımı belirginleştirmek amacıyla %5 ve daha az sapmalar yok sayılmıştır.
2- Grafiklerle anlatılan örneklemede avcılık dışındaki baskılar sabit tutulmuştur.
3- Grafik 1, 2 ve 3’te birey sayısının taşıma kapasitesine ulaşmasının ardından kendi iç dinamikleriyle ve habitat ve mevsimlere bağlı olarak geçirmiş olduğu değişiklikler, anlatımı güçlendirmek amacıyla göz ardı edilmiştir.
4- Grafiklerde belirtilen zaman periyodu üçer aylık (3) periyotlardan oluşmaktadır.
5- Grafiklerle anlatılan örneklerde sülünlerin (Phasianus colchicus) üreme ve popülasyon bilgilerinden yararlanılmıştır.

Kaynaklar:

1- Wildlife Ecology and Management, Bolen, Eric G., Robinson, William, Prentice Hall, 2002.
2- Garrett Hardin, 1974. "The rational foundation of conservation." North American Review, 259 (4) :14-17.
3- Carrying Capacity: Genesis, History and Conceptual Flaws., F. Sayre, Nathan, Environmental Politics Colloquium, 2007.
4- The Ring- Necked Pheasant in North Dakota, Managing the Ringneck, USGS Northern Prairie Wildlife Research Center web sitesi, http://www.npwrc.usgs.gov/resource/birds/pheasant/manag.htm

21 Eki 2008

KIŞ YEMLEMESİ EFSANESİ

Malumunuz av ve yaban hayatı bir bilim dalı olarak dünyada oldukça önemli bir yere sahip... Bu alanda uzun yıllardır çalışmalar sürdürülüyor ve uzun süredir bu alanda yapılan çalışma ve deneylerle elde önemli bir bilgi birikimi oluşmuş durumda..

Dünyanın gelişmiş ülkelerinde yapılan araştırmalara ve oluşan bilgi birikimine rağmen, ne yazık ki ülkemizdeki av ve yaban hayatı uygulamalarında bu bilgi birikiminden ziyade, eski önkabullerden, babadan kalma bilgilerden ve genelde kulaktan dolma “efsanelerden” yola çıkılarak hareket edilmektedir.

Gerek bu konuda yetkili kurumlar, gerekse münferiden avcılar ve avcı dernekleri bu konuda işlem yaparken ne bilen teknisyenlere, biyologlara sormakta, ne de okuma yoluna gitmektedirler. Eskiden beri nasıl biliniyorsa işler öyle devam etmektedir. Bu bilinenler de çoğunlukla yanlış bilinen efsanelere dayanmaktadır.

Bu defa bu efsanelerden birini konu edeceğim. Efsaneler ve gerçekleri irdelerken de konu hakkında yazılmış olan bilimsel makale ve çalışmalardan yararlanacağım.

Efsane - Kış yemlemesi
Ülkemizde oldukça yaygın bir kanıya göre, kışın ağır soğuk ve yoğun yağış alan bölgelerde yaban hayvanları açlık sıkıntısı çekmektedir. Kışın genelde tüm hayvanların yiyecek bir şey bulamadığı ve açlıktan öldüğü yönünde yaygın bir kanı bulunmaktadır. Bu kanıya dayanarak gerek halkımızın hayvansever kesimleri, gerekse yerel gazetelere konu olmayı seven avcı kulüpleri ellerine birer torba saman, yem, vs alarak ormana, dağa atmakta veya bu şekilde faaliyet göstererek yaban hayvanlarının kışı geçirmelerinde yardımcı olduklarını düşünmektedir. Bazı sivil toplum kuruluşlarının yıllık faaliyet raporlarında “yemleme çalışmaları” önemli zaman ve yekün tutmaktadır.

Gerçekler:

Peki gerçek nedir? Gerçekten de bu yemleme yapılmasa yaban hayvanları kışı geçiremeyecekler midir?

Her ne kadar kış mevsiminde gerçekten de yiyecek miktarı göreli olarak azalıyor ve yiyecek bulma yaban hayvanları için daha da zorlaşıyor olsa da durum o kadar acıklı değildir. Aslında doğal denge kendini belki de en iyi kış şartları aracılığıyla korumaktadır. Yaban hayvanları kış şartlarını atlatmak için kendilerini ve yavrularını önceden hazırlamaya başlamaktadırlar. Bu hazırlıklar yuva bulma, besin ve yağ değeri yüksek besinlerle beslenerek soğuk mevsime yağlı bir metabolizma ile girme, göç etme şekillerinde görülmektedir. Göç etmeyen yaban hayvanları kışı bulundukları yerde kendi imkanlarıyla geçirebilecek şartları taşımaktadırlar. Örneğin ayılar kış uykusuna yatmakta, geyikler önceden kilo almakta, karaca, kurt gibi memeliler ve kemirgenler kış için kalın bir post tabakası geliştirmektedir. Sincap, fare gibi bazı yaban hayvanları kış için yiyecek depo etmektedirler.

Kış geldiğinde bir çok yaban hayvanı göç ederek bu dönemi, daha elverişli koşullara sahip bölgelerde geçirmektedirler. Göç etmeyen hayvanlar ise yiyecek bulma konusunda ustaca beceriler geliştirmiştir. Keklik, sülün gibi yaban hayvanları kış mevsiminde diyetlerini değiştirmekte, çoğunlukla da arazi değiştirerek bu dönemi atlatabilmektedirler.

Öte yandan, bilindiği gibi kış mevsimi hastalıklı, genetik bozukluğu nedeniyle zayıf olan veya sakat olan yaban hayvanlarının ölümüne neden olarak popülasyonun sonraki nesillere sağlıklı ve genetik açıdan sağlam bireyler aktarmasında çok önemli yararlar sağlamaktadır. Bir başka deyişle yaban hayatının sağlıklı bir şekilde devamı için bazı bireylerin kışın ölmesi gerekmektedir.

Literatüre göre, yaban hayvanlarının kış mevsiminde asıl maruz kaldıkları tehlike açlık değil, korunacak yer azlığıdır. Yaban hayvanları kendilerini ve genç bireyleri düşmanlarından ancak korunaklar vasıtasıyla koruyabilmektedirler. Otlu alanlar, geniş yapraklı bitkiler gibi korunaklar, kışın kar yağdığında bu güvenli özelliklerini kaybettiklerinden yaban hayvanları saldırılara maruz kalmaktadırlar. Kışın karın beyazı doğayı kapladığında çoğu yaban hayvanı da doğal kamuflaj özelliklerini kaybetmektedir.

Dolayısıyla doğaya atılan yemler hem yetersiz, hem yararsız, belki de aynı zamanda zararlı da olmaktadır. Öncelikle atılan yemlerin yaban hayvanlarının doğal diyeti olmaması nedeniyle sindirim sistemlerinde bozukluğa yol açması muhtemeldir. Öte yandan, bu yemlerle ancak birkaç gün idare edebilen hayvanlar, bu şekilde doğal olarak kendilerinde var olan hayatta kalma-yiyecek bulma yeteneklerini geliştirememekte ve sürekli bu hazır yiyeceğin gelmesini bekleyebilmektedirler. Bir başka risk de insanlara ve yemlere olan alışkanlığın artması ve çekingenliğin azalmasıdır. Bu etki yaban hayvanlarındaki “yaban” özelliğini azaltmakta ve hayvanların kötü niyetli kişilerden kaçmaması veya tuzak yemlerden kuşkulanmaması sonuçlarına yol açabilmektedir.

Avcılarımız ve hayvanseverlerimiz kışın yaban hayvanları için yararlı bir şey yapmak istiyorlarsa, onlara korunak, yuva ve gıda sağlayacak tedbirleri yazdan ve bahardan almalıdırlar. Bu tedbirler arasında;

- Her çeşit yaban hayvanına yuva ve barınak sağlayacak çam gibi, ardıç gibi yaprak dökmeyen ağaçların doğaya dikilmesi,
- Tarlaların kenarlarında yabani otların gelişmelerine ve yıl boyunca kalmalarına izin verilmesi,
- Yaban hayvanları için daha fazla arazinin koruma altına alınması,
- Meşelik ve ardıç korularının ıslahı ve korunması, vb.


Görüldüğü gibi kış yemlemesi gibi “medyatik” faaliyetler sanıldığı gibi yaban hayatının yararına değildir. Çoğu durumda da bu gibi faaliyetler zararlı neticelere de yol açabilmektedir.

Başta resmi kuruluşlarımız ve avcı kuruluşları olmak üzere, tüm doğaseverlerimizin doğal alanlarımızı ve yaban hayatını etkilemesi muhtemel faaliyetlerinden önce muhakkak bu konuda uzmanlaşmış bilim çevrelerinden görüş ve öneri almalarının şart olduğu ortadadır.

Yararlanılan kaynaklar:

Newman, D. S., R. E. Warner, ve P. C. Mankin. 2003. Creating habitats and homes for Illinois wildlife. IDNR ve University of Illinois, Urbana, IL 212 pp.

The Audubon Society Nature Guides. (Knopf Yayıncılık tarafından2005 yılında yayımlanan ve otlu alanlar, sulak alanlar ve koruluklar gibi ekosistemleri esas alarak inceleyen kitapçıklar dizisi)
U.S. Fish and Wildlife Service web sayfası: http://www.fws.gov/

6 Ağu 2008

AVCILIK AHLAKİ Mİ SORUSU

Son zamanlarda Batı ülkelerinde olduğu gibi, ülkemizde de avcılık karşıtlarının avcılığa karşı olan söylemleri daha yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. Avcılar da artık elleri kalem ve klavye tuttuğu için hemen cevapları yetiştiriyorlar. Bu bireysel eleştiriler olsun veya kurumsal olsun değişmiyor, hemen yayın organlarında veya web sayfalarında ardı ardına yanıtlar gecikmiyor.

Tartışma genelde fevri bir sözle başlıyor, bir ara taraflar birbirini dinliyor gibi gözükse de kısa sürede karşılıklı ithamlarla seviye düşüyor, sinirler geriliyor ve bırakın mutabakatı, terbiye sınırları dahilinde tartışmaya son verilebilirse şanslı olunduğu düşünülüyor. Avcılarla avcılığı sevmeyenler arasında hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bu kavgada yanlış giden birşeyler var.

Tartışmada samimiyetsizlik

Bir avcı olarak ne kadar tarafsız olabilirim bilmiyorum, ancak tartışmalarda her iki tarafta da görebildiğim samimiyetsizlikler giderek perçinleniyor. Hem eleştirilerde, hem de eleştirilere yanıtlarda görülen çarpıklıklar var.

Öncelikle tarafların birbirlerini kabul etmediği ve birbirlerine şüphe ile yaklaştığı görülmektedir. Öne sürülen fikirler, verilen bilgiler hep bir dudak bükülmesiyle karşılanmaktadır.

Avcılık karşıtlarının düştükleri hata

Avcılığı sevmeyenlerin büyük bir çoğunluğunun doğayı sevdiği ve genelde yaban hayvanlarını izlemekten hoşlandığı anlaşılmaktadır. Avcılık karşıtları yaban hayvanlarının avcılar tarafından öldürülmesini istememektedirler. Avcı karşıtları yaban hayvanlarının birbirini öldürmesine, eski devirlerdeki avcı insanın avlanmasına veya çağdaş devirlerde eski düzeni sürdüren kabilelerin yaşamak için avlanmasına karşı değillerdir. Hayvanların zevk için, kişisel tatmin amacıyla öldürülmesine karşıdırlar. Yaban hayvanlarının genelde bir azalma içinde olduğunu ve insanın öldürmek yerine onları koruması gerektiğine inanmaktadırlar.Öte yandan, özünde öldürme eylemi olan avcılığın ahlaki boyutunu yargılayan avcı karşıtları, tüm avcılığın yasaklanmasını istemektedirler. Avcılığı anlayamayan, onu tamamen dışlayan bu görüşler, esnekliğe kapalıdır. Hayatta kalmak icin yapilan oldurmeler "iyi" oldugu dusunuldugunde, salt oldurme olayinin degerlendirilmesinin oznel sartlara takili kalmis olmasi avcilik karsitlarinin elestiri sistematigini aslinda zayiflatan bir unsur olarak karsimiza cikmaktadir. Avcilik karsitlari kendi tutarliliklarini hic bir zaman test etmemektedirler.

Karşıdaki görüşleri dinlemeye ve sebep aramaya tahammül bile edememektedir. Karşı tarafın kişisel, bireye özgü sebeplerini, düşünüş ve hareket tarzını merak bile etmeden "ahlaksız", "vicdansız", "katil" gibi öznel suçlamalarla konuya girmektedir.

Bu davranış tarzı önyargılı, tahammülsüz ve tartışmaya kapalıdır. Buradan hareket edilerek ne toplum için ne de yaban hayatı için pozitif sonuçlar çıkarmak mümkün değildir. Anlayışsız bir bakış açısı ancak yeni düşmanlar edinilmesine yarar.

Avcılar dürüst mü?

Peki avcılar cephesinde durum nedir? Avcılar kendilerine yöneltilen eleştirilere yıllardır aynı klasik yanıtları ile yanıt vermektedirler. Bu yanıtlar artık kalıplaşmıştır: Öncelikle karşı tarafı itham etmekle başlanır. Karşı tarafı tanımadan "masa başı çevrecisi" "AB fonlarını yemek için çevreci görünen kişi" "sokak köpeği hayvanseveri" sıfatları yakıştırılarak avcılık karşıtları baştan ahlaki yönden rencide edilir. Daha sonra karşı tarafın "et yiyip yemediği, peki o hayvanların öldürülmesine neden bir şey denilmediği" sorgulamasına girişilir. Hele bir de karşı taraf sofrasında et, balık vs. bulunduran biriyse...

Ondan sonra avcılığın yaban hayatı populasyonunu etkilemeyen bir uğraş olduğu, aslında yırtıcıların olmadığı ortamda avcılara ihtiyaç olduğu, zira hayvanların bir süre sonra kendi kendini yok edeceği, avcılığın bu anlamda bir "hasat" olduğu izaha kalkışılır.


Avcılığın gayet bilimsel ve mühendislik düzeyinde yönetildiği ABD ve Avrupa ülkelerinden istatistiklerle örnekler verilerek avcılıkla nasıl av hayvanı sayısının artırıldığı, avcıların sisteme ne kadar para verdikleri ispat edilir. Karşı tarafın doğaya bu anlamda kaç para verdiği de hemen sorulur. Nedense bu örneklerde ülkemiz av yönetimi hiç yer almaz, ancak iddia sahipleri neredeyse tüm avlarını Türkiye'de yapmaktadırlar. Eğer savları bu "bilimsel yönetim" ilkesine dayanıyorsa avcılık yapmamaları gerekmektedir.

Bunun ardından avcılığın sanayiye yaptığı katkılar, istihdama etkileri, yapılan harcamaların yöresel ekonomiye katkıları söz konusu edilir. Hatta avcıların yurt savunmasındaki muhtemel yararları bile gündeme gelecektir.

En son da doğaya salınan kuşlar, kışın yapılan yemleme çalışmaları sıralanacaktır. Henüz ülkemizde yaban hayatına ayırılan habitat olmadığı için bu konuda avcıların söyleyebileceği başka bir şey yoktur. Kendileri dışında, sulama kuruluşlarını, köylüleri, kimyasal ilaç kullanan çiftçileri suçlayarak hedef saptırmak da diğer bir yöntemdir. Savunuculara gore, avcıları eleştirmek için öncelikle bu sorunlara karşı bir şeyler yapmış olmak gerekmektedir.

Soru neydi?Avcılığı savunanların düştükleri en önemli yanlış, sorulan soruyu veya yöneltilen eleştiriyi anlamazlıktan gelmeleridir. Avcılık karşıtlarının en önemli eleştirisi "avlanmak amacıyla yaban hayvanının hayatına son vermenin ahlaklılığı" konusudur. Avcılığın ekonomik veya teknik geçerliliği sözkonusu değildir. Esasen avcılar da "ekonomiye katkı olsun" veya "yaban hayvanlarının populasyonu sağlıklı bir düzeyde seyretsin" amaçlarıyla ava çıkmazlar. Avcılar burada "neden öldürüyorsun" sorusunun cevabından bilerek veya bilmeyerek kaçınmakta ve kolay yolu seçerek, ancak Bakanlık yetkililerinin "avcılık yaban hayatı yönetiminde kabul edilebilir ve etkin bir yöntem midir" sorusuna cevap olarak verilebilecek istatistiki raporlara sığınmaktadırlar.

Yine daha önce de değinildiği gibi, avcılarımızın bir başka çelişkisi de, avcılığı meşru göstermek için dayandıkları "teknik data" ve "av ve yaban hayatı yönetimi" argümanlarının ülkemizde değil, diğer ülkelerde geçerli olmasıdır. Ülkemizde yeni yeni kurulmaya çalışılan, ancak bu işten anlayan herkesin olmadığını görebileceği bu unsurlara dayanılarak ancak ve ancak avcılığın tümden terkedilmesi gerektiği açıktır. Bu çelişki avcılık karşıtlarının konuya ilgisizlikleri ve bilgi edinmeye bile tahammülleri olmaması nedeniyle dikkatlerini çekmemektedir.Doğaya salınan kuşlar, kışın yapılan yemlemeler "avcıların hayvan sevgisini" ispata yeterli birer delil midir bilemiyorum, ancak daha sonra öldürmek için hayvan beslemenin, avcı karşıtlarının sorularına pek yanıt olamadığı kesindir.

Ortak zemin

Avcı karşıtları "Neden avlanıyorsunuz" sorusunu, önyargı olmadan, dinlemeye hazır kulaklarla sormalıdır. Avcılığa karşı olduğunu belirten doğaseverler, kötü örnek olan bazı avcılara mı, yoksa tüm avcılık kavramına mı karşı oldukları üzerinde düşünmelidirler. Bu bakımdan, genel kabul edilebilir ahlak ve yasalar dışında yapılan "hayvan öldürmeleri" konusunda tüm avcılığı sorumlu tutmamalıdırlar.

Avcılar da içlerindeki çürük yumurtaları "eli tüfekli" veya -Ingilizce "poacher" yani kacak avci deyiminin belki de kulaga geldigi gibi cevrilmesiyle - "bohcaci" nitelendirmesiyle yok sayarak sorunun çözümünü sürekli ertelemeyi bırakmalıdırlar. Avcıların kimi zaman kendilerinin de "eli tüfekli" tanımına girebileceği, hiç olmazsa kendi kendine itiraf edilmelidir. Bu konudaki felsefi argümanların dayandırıldığı Aldo Leopold bile avcılığı tümüyle ve ne olursa olsun yaklasimiyla onaylar görünmemektedir. Hatta Leopold'e göre bazı avcılık şekillerinin ahlaki çöküntüye yol açabilmesi riski de vardır.

Avcılar safındaki dürüstlük ihtiyacı, saptırıcı argümanlarla geçiştirilmemeli ve avcılar "yasalar ötesindeki kişisel etik" kavramını düşünmeye başlamalıdır. Avcılığın devam ettirilebilmesi için "amansız savunma", "karşı saldırı", "başkasının başarısından yararlanma" tekniklerini bırakmalı ve diğer doğaseverlerle asgari müşterekleri bulmaya çalışmalıyız. Bir "yarış" haline gelen bu "okul münazarası" terkedilerek gerçek kazananın yaban hayatı olmasını temine çalışmalıyız. Avcılığı hoş görmeyen kesimden de bu yönde tavır değişikliği bekliyoruz.

Mehmet Ekizoğlu

6 May 2008

2008 Su Planlaması Hakkında

DSİ 21.Bölge Müdürlüğü yine kendi başına "Büyük Menderes Havzası 2008 Yılı Genel Sulama Planlaması" oluşturdu.

Planlamanın oluşturulması safhasında yine önceki yıllardaki yöntem izlendi.
Aydın DSİ 21. Bölge Müdürlüğünde hazırlanan Plan, Sulama Birliklerinin imzasına açıldı.

Bırakın diğer ilgili kurum ve kuruluşları, sulama birlikleri bile planı ancak önlerine imza için getirildiğinde görebildiler. Eğer geçen sene sulama sezonunda yaşana güçlüklere ilişkin bazı görüşleri, önerileri ve eleştirileri varsa bile geçmiş olsun. Plan hazır, size de uymak kalıyor.

DSİ sulama planlamasında da görüldüğü gibi, su yönetiminde yine bilgilendirme, danışma ve katılımcılık ilkelerinin tamamen dışında hareket etti. Bu gelişme de DSİ'nin AB Su Çerçeve Direktifi ile ilgili yapılan Projelerden ve kendilerine anlatılan hususlardan hiçbirini uygulamaya niyetli olmadığının bir göstergesi oldu.

Bu yıl ne olacak?

Her yıl olduğu gibi, hangi sulama birliğinin hangi esaslar çerçevesinde ne kadar su alacağına DSİ tek başına karar vermiş oldu. Genel Sulama Planlaması zorla da olsa bütün Sulama Birliklerine olduğu gibi imzalatılacak. Sulama Birlikleri planda herhangi bir değişiklik yaptırma imkanına sahip değiller. Sulama sezonunda problemler çıktığında da, Sulama Birliklerine altında imzaları olan bu belge gösterilerek susturulacak.

Her sene olduğu gibi bu yıl da, su, tarım, sulak alanlar, sanayi ve çevre ile ilgili kurum ve kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları konudan haberdar bile edilmeden yalnızca gelişmeleri basından izleyecekler.

Gelecekte ne olur?

Yakın gelecekte Çevre ve Orman Bakanlığının AB Su Çerçeve Direktifini üstlenmeyi istememesi (aslında DSİ'nin AB Su Yönetimi Standartlarını Türkiye için fazla görmesi) nedeniyle bu yapının değişmeyeceğini düşünüyoruz.

Aksine olabilecek gelişmeler ya uzun vadede kendiliğinden (AB'ye katılım aşamasında mecburen), ya da ülkemizin kendi dinamiklerinin zoruyla mutlaka olacaktır ve olmalıdır diye düşünüyoruz.

Su Yönetimi tüm paydaşların katılımıyla gerçekleştirilmesi gereken bir ekonomik, sosyal ve çevresel süreçtir. Bu bakımdan süreçte en önemli unsurların başında bilimsellik gelmekte, bunu da katılımcılık takip etmektedir.

Ülkemizde suyun önemi anlaşıldıkça bu ilkeler daha da fazla öne çıkacaktır.

Mehmet Ekizoğlu