KARATAVUĞUN
ŞARKISI
Her gördüğümde beni bambaşka
hayallere götürürdü bizim tarla. Fazlaca “temizlenmiş” ve her yeri ekip biçmeye
açılmış bir toprak parçası değildi. Doğa kenarlarında, yollarında ve hatta orta
yerinde bile kendisine yer bulabiliyordu. Çocukluğumun geniş, biraz yabani,
biraz da korkutucu bir imgesiydi.
Uzaklardan da seçilebilen yüksek
karaağaçların tepeleri, yaz mevsiminin en durgun günlerinde bile rüzgârı
bulurdu. Karaağaçların dipleri ise ayrı bir dünyaydı. Sık böğürtlenler ve
kamışlar ile kaplı olduğundan girilemeyen bu yoğun ve koyu yeşil bölge yaban
hayvanları için bir cennetti adeta.
Karatavukların şarkısını hiç
dinlediniz mi? Sizi gördükleri an telaşla çıkardıkları “gok gok gok” ve sonunda
da kaçarken çıkardıkları ciyak sesleri değil… Telaşsız, keyifle öttükleri zaman,
bazen de bülbülleri taklit ederek tutturdukları doğa türkülerini kastediyorum.
Eğer etraftaysanız bu şarkıyı söyleyen kuşun karatavuk olduğunu asla
anlayamazsınız. İçinizi güzel hislerle dolduran mutlu bir şarkıdır, karatavuğun
şarkısı.
Ardıç kuşlarının birbirlerini
çağırışını hiç duydunuz mu? Göğsünde tertemiz beyaz tüyleri ve üzerindeki
çilleriyle doğanın en yakışıklı kuşlarından birisidir ardıçlar… Birbirlerini
çağırırken de çok güzel sesler çıkarırlar.
Bülbüller de her şey ve herkes
susunca doğanın dili olur. Bülbül bir yerde çevrenin temizliğinin, doğanın
çeşitliliğinin; velhasıl herşeyin yolunda olduğunun göstergesidir bir bakıma.
Bülbül ötüyorsa her şey daha bitmemiş, ümit var demektir. Bülbül kalmamışsa bir
şeyler yanlış gidiyor demektir.
Tarlanın orta yerinde bir şekerpare
ağacı vardı. Şekerpare ağacının tarlanın tam ortasında duruyor olması ziraat
kurallarına aykırıydı. Traktörler etrafından dolanmak zorundaydı. Gölgesi mahsul
verimini azaltıyordu. Öte yandan, meyvelerini talan eden kuşlar, karıncalar,
böcekler, arılar, sinekler ve gölgesinde oturup anne babasını bekleyen çocuklar
öyle düşünmüyordu. Doğa açısından o şekerpare ağacı tam da olması gerektiği
yerdeydi.
En önce giden de şekerpare ağacı
oldu. Traktörün baskısına daha fazla dayanamayan ağaç bir sonbahar günü toprağa,
kuşlara, böceklere, karıncalara ve hayata veda etti. Onunla beraber bir kısım
doğa parçası da öldü.
Ardından olan tarlanın kenarındaki
karaağaçlara oldu. Yol genişlemesinden payını alan bu yıllanmış ağaçların
kesilmesiyle beraber diplerinde yer alan o yabani çalılık alan da hayata
gözlerini yumdu. Artık yerini mısır ekimine bırakan bu alanda ne karatavuklara,
ne ardıç kuşlarına, ne de bülbüllere yaşam alanı yoktu.
Onlar da bu toprak parçasını terk
ederek bir daha geri dönmemecesine gittiler. Artık ne kadar sessiz olursanız
olun, ne bir şarkı duyacaksınız karatavuktan; ne de bir bülbül şakıması. Tarlada
mısırlar, koca bir sessizlik ve insanın kendisiyle pişmanlık dolu yalnızlığı.
-o-
Bugün bir yazı okudum. Kotalı
avcılıkta “avcının arkadaşının kota almaması durumunda arkadaşının
avlanamamasının zulüm olduğu; keklik kotası olması durumunda domuz avlayamaması
durumunun ise avcı üzerinde baskı, işkence ve zulüm olduğu” konusu
işleniyordu. Uzun yazıda “AVBİS’in avcıyı doğaya çıkarmamak üzere”
planlandığı ve “misafirleriyle, dostlarıyla ava gidememekten yakınan yazarın
bunu dayatma, özgürlüğe baskı” olarak nitelemesi gözüme çarpan
hususlardı.
Av yöneticileri elbette, avcılığın
geleneksel yönünü, sosyal yanlarını, avcıların haftada kaç gün ava gideceklerine
olan ihtiyaçlarını dikkate almalıdırlar.
Buna karşın, şahsi kanaatimce, av
yöneticilerinin asıl ödevi, yasal görevi önümüzdeki nesillere hala
avlanılabilecek durumda bir yaban hayatı durumu bırakmamızı
sağlamaktır.
Bunun için bilimsel, ülkemiz
şartlarına uygun, öncelikle avcıyı değil yaban hayvanını düşünen bir sitem
kurmaları gerekmektedir. Bu devletin; yani Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa
Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğünün bir numaralı görevidir. Asıl önemli
olan bizim haftalık “dostlarımızla avlağa gidip hayvan vurma ihtiyacımız”
değildir. Olmamalıdır. Ülkemizin asıl ihtiyacı işleyen, sorumlu, ciddi,
denetlenebilen bir avcılık sistemidir.
Asıl önemli olan devlet başta olmak
üzere, avcılar da dahil; sivil toplum da dahil, çiftçiler de dahil, hepimizin el
birliğiyle ülkemizin yaban seslerinin kısılmasının önüne geçmemiz gereğidir.
Asıl önemli olan karatavuk
şarkılarını bu toprağa geri getirmektir. Asıl ihtiyacımız çocuklarımızı bu
topraklarda sülün avlar hale getirmektir.
Bunu yapabildiğimiz ölçüde başarılı
olacağız. Bunu yapamadığımız sürece haftanın her günü de ava gitseniz, değil
dostlarınızla, mahalleli ile birlikte ava gitseniz bu toprağın istikbali için
sorumluluktan kurtulmuş olmayacaksınız.
Mehmet Ekizoğlu
-o-
Tüm doğaseverlere önemli not:
ABD’de doğa koruma hareketinin
öncüsü, avcı-korumacı Aldo Leopold’ün ünlü eseri “A Sand County Almanac”
değerli hocamız Sayın Ufuk Özdağ tarafından Türkçeye çevrildi. Son derece akıcı
bir Türkçe ile Hacettepe Üniversitesi yayınlarından çıkan “Bir Kum Yöresi
Almanağı” adlı kitabı hepinize hararetle öneriyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder