28 Oca 2024

YABAN HAYVANLARINA İHTİYACIMIZ VAR

 Göbeklitepe ve Taş Tepeler

Son yirmi yılda beni en çok heyecanlandıran keşiflerden birisi Göbeklitepe ve etrafındaki yeni keşifler oldu. İnsanlığın bu bilinmeyen yıllarına ait karşımıza birdenbire, hem de kendi yurdumuzda çıkıveren bulgular, daha önce bilinmeyen pek çok noktayı önümüze koydu.

Koydu koymasına da, arkeologlardan antropologlara kadar pek çok bilim insanı, şimdi Taş Tepeler denen bu yerlerde açığa çıkarılan eserler ve bulgular hakkında hipotezlerden öteye geçebilen açıklama getiremedi.

Bunların içinde, T şeklinde kayadan oyulmuş ve her biri 5 metreye varan yükseklikte ve tonlarca ağırlıkta yapıların bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş çember tarzındaki yapılar en çok tartışmalı olanlardı. Bu T şeklindeki kayalar üzerinde, yaban domuzu, leopar, tilki, aslan, çeşitli kuşlar, akrep, yılan gibi yaban hayvanları kabartmaları yer alıyordu. Arkeologlar, bu yapıların kol ve ellere benzeyen unsurları nedeniyle insanı simgeleyen en eski yapılar olduğunu düşünmektedir.

Bu yerler birer tapınak mıydı, yoksa ava giden avcıların avdan önce kendilerini cesaretlendirdiği veya avdan sonra heyecanlı öyküler anlattığı yerler miydi? Bu yaban hayvanları kabartmaları onlara kendi güçlerini av için ödünç mü veriyordu, yoksa öyküleri canlandırmada yardım mı ediyordu? Bu sorulara şimdilik kesin yanıtlar veremiyoruz. Taş Tepeler’deki bulguların, insanlığın macerasının bilinen noktalarını en az 4-5 bin yıl geriye götürdüğünü ve tarihin bazı kabullerini değiştirdiğini belirtmekle yetineceğim.


En eski bilgimiz

Buradan benim aldığım bazı derslerden birisi, yaban hayvanları ile insanoğlunun ilişkisinin, bildiğimiz en eski bilgi olabileceği yönündedir. Onbinlerce yıl önce yaşayan atalarımız, nasıl ekmek yapılır, bilmiyordu. Buna karşın, herkesi doyurmak için ne yapılacağını gayet iyi biliyorlardı. O zamanlar yaşayan insan toplulukları, karşılarında hem tehdit, hem de fırsat olarak duran yaban hayatını, olabildiğince iyi öğreniyor ve bu kıymetli bilgiyi yeni nesillere aktarıyordu.

Göbeklitepe’yi inşa eden atalarımızın sadece doğadan ot, ağaç kökü ve meyve toplayarak beslenen insanlar olmadığı açıktı. Onlar, yaban hayvanları arasında hangileri yenir; yemek için onları ne zaman ve nasıl avlamak gerekir; bunu iyi biliyorlardı. Doğada her zaman var olan av-avcı ilişkisi çok kolay bir şekilde tersine dönebildiği için, grubun zayıf üyelerini nasıl yaban hayvanlarının saldırılarından koruyacaklarını da iyi biliyorlardı.

Örneğin, yaban domuzu, doğada çok fazla düşmanı olmaması ve çok üremesi nedeniyle, eskiden beri insan topluluklarının çevresinde en kolay bulunan temel besin kaynaklarından biriydi. Bunun binlerce yıl önce de doğru olduğunu, Taş Tepeler’de yaban domuzunun sıkça betimlenmiş olmasından anlıyoruz. Yaban domuzu, ayrıca oldukça saldırgan ve azı dişleriyle de tehlikeli bir yaban hayvanı olduğu için atalarımızın sohbetlerinde çok yer etmiş olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Saygı ve korku

O dönemde, diğer insan toplulukları ile olduğu kadar, yaban hayvanı toplulukları ile de sosyal bir ilişki kuran atalarımızın, yaban hayvanlarına saygı, merak ve ilgi duyduğunu düşünüyorum. Aslan ve leopar gibi yırtıcı hayvanların büyük olasılıkla hem imrenilen hem de korkulan güçleri, onları insan toplulukları açısından kutsallık ile karışık aşk-korku ilişkisi düzeyine getirmiş olmalıdır. Aslanın gücüne ve avlanma becerisine imrenen avcı insanın, onu hem alt etmek isteyeceği, hem de onun gücünden bir parçayı kendinde taşımak isteyeceği doğaldır.

Yerli insanların bilgisi

Bugün de belirli yerli halkların inanışlarında, belirli yaban hayvanlarının çeşitli güçleri olduğuna ve onlarla bir şekilde ilişki kuran insanların bundan bir şekilde etkilendiğine yönelik unsurlar bulunmaktadır. Göçebe kabilelerde “ongun” şeklinde gördüğümüz bu kut hayvanı, Kuzey Amerika yerli toplumlarında belirli bir ruhu ve gücü temsil eden varlığa dönüşmektedir. Her iki durumda da yaban hayvanına yakınlık duyan, ondan bir fayda bekleyen ve doğal olarak yaban hayvanları hakkında pek çok şey bilen insan toplulukları karşımıza çıkıyor. Bu devirde bile konuştuğum Kuzey Amerika yerlileri, yerli olmayan insanlara kıyasla yaban hayatı hakkında kat be kat daha fazla bilgiye sahiptirler.

Yaban cahili modern insan

Modern insan yaban hayatından olabildiğince uzaktır. Gökyüzünde gördüğü kuşların ne tür olduğu; yenip yenemeyeceği hakkında en ufak bir fikri yoktur. Örneğin ülkemizde insanlar, TV ekranında boynuzlu bir hayvan gördüklerinde, bu yaban hayvanının, karaca mı, geyik mi yoksa bir ceylan mı olduğunu bilemeyeceklerdir. Bu söylediğim yaban hayvanlarının birbirinden farklı hayvanlar olduğunu öğrendiklerinde şaşıracaklarına da eminim. Ataları, bu farklı yaban hayvanlarını birbirinden ayırıp, bizim de anlayabileceğimiz şekilde halılara dokumuş olan Anadolu insanının modern çocukları, tavuk gördüğünde korkmaktadır.

Bu sadece kalabalık şehirlerde yaşayan insanlar için geçerli değildir. Köylerde yaşayan insanlar bile, bir kertenkele türü olan kör yılanı gördüğünde derhal bu zararsız hayvancağızı öldürmektedir. Vaşak gören veya yüzyılda bir leopara rastlayan Anadolu insanı, bilgisizlikten kaynaklanan bir istekle bu nadir canlıları öldürmek için elinden geleni yapmaktadır.

Yabanı bilmemenin tehlikesi

Marketin beyaz et reyonundan alabildiğimiz kanatlı hayvan butlarını, ne olduğunu merak etmeden evde pişirip yiyebildiğimiz çağda, kazı ördekten ayıramıyor olmanın getireceği risk ne olabilir? Ormandaki son vaşak ölse, son saz kedisi vurulmuş olsa, dağdaki son kurt da son nefesini verse, hayatımızda ne değişiklik olur? Şunun altını hemen çizmem gerekir, küçük ya da büyük herhangi bir türün bitişi, ekosistem açısından bir küçük kıyamettir. Tüm yaban hayvanlarının doğadaki yeri doldurulamaz ve yok oluşları, ünlü “kelebek etkisi” terimiyle ifade edilen birbirine bağlı olaylar zinciri şeklinde bizi ve gezegenimizi etkileyecektir.

İnsanoğlu doğa ve yaban hayatından koptuğu derecede, sağlığını ve dünyayı tahrip etmeden yaşayabilme becerisini yitirmektedir. Bizim evrendeki varlığımızı en çok tehdit eden şeyin, yine kendi türümz olduğunu artık hepimiz kabul ediyoruz. Yaşam alanını, kısa vadeli kazançlar için bizim gibi yok eden başka akıllı bir tür bulunmuyor. Ben şahsen bunun ana nedeninin, doğadan ve yaban hayatından kopuş olduğunu düşünenlerdenim.

Doğa eksikliği sendromu

Ünlü yazar Richard Louv, bu kopuşa “nature deficiency syndrome” (doğa eksikliği sendromu) adını koyuyor ve eserlerinde bu eksikliğin bireylerde yol açacağı sonuçlara dikkat çekiyor. Doğa eksikliğinin ve yaban hayatından uzaklaşmanın kişisel düzeyde bedensel ve akıl sağlığımızı olumsuz etkilediği artık kanıtlanmış bir olgudur. Bu eksikliğin toplumlarda yol açtığı sonuçlar ise hala sosyolojik araştırmalara ihtiyaç duymaktadır.

Orman varlığındaki azalma, yaşam alanlarının sağlıksız hale gelmesi, su kaynaklarının yetersiz ve kirlenmiş olması, tarımsal arazilerin gittikçe daha fazla ilaç ve kimyasal depolaması, sağlıksız gıdaların yaygınlaşması nedeniyle ortaya çıkan ve artan hastalıklar gibi sayacağımız pek çok olumsuz gelişmede bizim kendi yaptıklarımızın sonuçları rol oynamaktadır. Bozkırda hangi yaban hayvanlarının yaşadığını bilmeyen modern insan, kırları bir ekosistem olarak değil, müteahhitlik firmalarına bölüştürülmesi gereken alanlar olarak görmektedir. Balık türlerinin birbirinden farkını ancak balıkçı tezgahında gören toplumumuz, trol ile avlanmanın balık türleri üzerindeki olumsuz etkisine sesini çıkarmamaktadır. Avcılığa toptan karşı olan modern insan, bırakamadığı beslenme alışkanlıklarıyla milyonlarca yaban hayvanının yaşam alanlarının besi hayvancılığı tarafından tehdit edildiğini veya gıda talebi ve tarımsal üretimin artmasıyla Güney Amerika ormanlarının daha önce görülmemiş bir hızla yok olduğunu görmek veya düşünmek istememektedir.

Yaban hayatının iyileştiriciliği

Elbette, binlerce yıl önce, yaban hayvanını alt etmeye çalışan atalarımızın yaşadığı ilişkiyi yeniden kurmamız çok zordur. Bununla birlikte, yaban ile en ufak bir bağ kurup bu bağı güçlendirmek, hem kendi ruhumuzu iyileştirecek, hem de toplum olarak daha doğru tercihler yapmamıza yardımcı olacaktır.

Yaban hayvanları bize faydalı olduğu için veya bize yararlı olduğu sürece orada olma hakkını elde etmemelidir. Bu gezegeni bitkiler ve yaban hayatı ile paylaştığımızı ve onların var olma hakkını kabul etmemiz gerekmektedir.

Belki de Göbeklitepe’de T biçimli dev taşları insana benzeten ve sonra da üzerine yaban hayvanı kabartması yapan atalarımız bize binlerce yıl öteden bir şeyler anlatmaya çalışmaktadır.

Mehmet Ekizoğlu


Fotoğraflar:

Göbeklitepe fotoğrafları, T.C. Şanlıurfa Valiliği, Haliliye Kaymakamlığı Web Sayfasından alınmıştır.

Beyazkuyruklu geyik fotoğrafı yazara aittir.

Hiç yorum yok: