15 Şub 2024

Çöpler Madeni Faciasında Erken Bir Değerlendirme



"Tabii ki çevre önemli ama ..."

Sayın Binali Yıldırım Anagold Şirketinin İliç'teki altın madenini savunurken sözlerini bu ifadelerle güçlendirmişti. Bildiğimiz gibi esas niyetimizi, ama diye başlayan ifadelerle söyleriz.

Vatandaşların o zamanlar yapmış olduğu itirazları "kara propaganda"olarak niteleyen Yıldırım, altın madeninin İliç ilçesinin ileri gitmesini sağladığını ve bu fırsatları bırakamayacağını belirtmişti. Yıldırım açıklamasında "Avrupalıların yıllarca bu yanlışı yaptığını ve sıra bize gelince böyle kara propagandalar olduğunu" söylemişti.

13 Şubat 2024'te Anagold Şirketi tarafından işletilen altın madeninin atık topraklarında kayma meydana geldi ve ne yazık ki 9 işçimiz toprak altında kaldı. Bu yazının yazıldığı saatlerde vatandaşlarımızın kurtarılmasına ilişkin herhangi bir bilgi alınamamıştı. Işçilerimizin en kısa zamanda sağ salim ailelerine kavuşmasını niyaz ediyorum.

Bu facianın, sonucunda açığa çıkan zehirli maddelerin, su, hava ve toprağa karışarak uzun süreli zararlara yol açmasının engellenmesi gerekiyor.

Facianın düşündürdüğü

Bu üzücü olayın, ülkemizde madenciliğin hangi şartlarda yapıldığını; dünya standartlarına göre bu konuda nerede olduğumuzu en ilgisiz olan insanımıza bile açıkça gösterdiğini düşünüyorum.

Konunun, duygulardan ve günlük politik çekişmelerden arındırılarak objektif bir şekilde değerlendirilebilmesi için henüz erken ve acı henüz çok taze. Belki de objektif bakmak hiç mümkün olamayacak.

Hemen şunu belirtmekte fayda var: doğaya zarar vererek ve kamu sağlığını tehdit ederek ekonomik büyüme olabileceğini düşünmekten vazgeçmemiz gerekiyor.

"Toprağa zarar vermeyin, ağaçları kesmeyin" diyen insanları "çevreci" diye etiketleyip küçük düşürmenin hatta onları "hain" diye yaftalamanın yanlış olduğunu artık görmeliyiz.

Bir toplum, sağlığından ve temiz bir çevrede yaşama hakkından vazgeçerek ekonomik refaha erişemez.

Toplumda her geçen gün daha çok sayıda insanı etkilemeye başlayan bu endişeler sadece "olumsuz propaganda" olarak etiketlenerek bir kenara atılamaz.

Gerçekten de ÇED Gerekli Değil mi?

Avrupa Birliği mevzuatına uyum sürecinde ithal ettiğimiz "Çevresel Etki Değerlendirme" süreci, sadece adet yerini bulsun denilerek uygulanmakta ve pek çok kamu yatırımında da, Valiliklerce verilen "ÇED Gerekli değildir" kararı ile hiç uygulanmama yoluna gidilmektedir. Bu gerçekten gerekli süreç de, Avrupalıların veya çevrecilerin uydurduğu "şımarıklık" gibi değerlendirilmektedir. 

Hemen belirtmeliyim, bu ÇED gerekli değildir kararları kaldırılmalıdır. Her yatırımın, her otoyol çalışmasının, her termik santralin ve madenin çevreye ve dolayısıyla insanlara etkisi vardır ve bu objektif bir şekilde değerlendirilmelidir. Gerekirse de yatırımdan vazgeçilebilmelidir.

Çöpler maden sahasında meydana gelen bu olayın her gün farklı bir yönü ortaya çıkıyor. Deprem felaketi gibi, belli bir süre sonra bu olayı da unutup geçmiş klasörlerine kaldırmadan yeterince nedenlerin irdelenebilmesini temenni ediyorum.

Belki de, bugüne kadar yaptığımızdan farklı olarak, bu defa, başımıza gelen kötü olaylardan ders alabiliriz.

Mehmet Ekizoğlu

Fotoğraf: Ihlas Haber Ajansı, 13/2/2024


28 Oca 2024

YABAN HAYVANLARINA İHTİYACIMIZ VAR

 Göbeklitepe ve Taş Tepeler

Son yirmi yılda beni en çok heyecanlandıran keşiflerden birisi Göbeklitepe ve etrafındaki yeni keşifler oldu. İnsanlığın bu bilinmeyen yıllarına ait karşımıza birdenbire, hem de kendi yurdumuzda çıkıveren bulgular, daha önce bilinmeyen pek çok noktayı önümüze koydu.

Koydu koymasına da, arkeologlardan antropologlara kadar pek çok bilim insanı, şimdi Taş Tepeler denen bu yerlerde açığa çıkarılan eserler ve bulgular hakkında hipotezlerden öteye geçebilen açıklama getiremedi.

Bunların içinde, T şeklinde kayadan oyulmuş ve her biri 5 metreye varan yükseklikte ve tonlarca ağırlıkta yapıların bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş çember tarzındaki yapılar en çok tartışmalı olanlardı. Bu T şeklindeki kayalar üzerinde, yaban domuzu, leopar, tilki, aslan, çeşitli kuşlar, akrep, yılan gibi yaban hayvanları kabartmaları yer alıyordu. Arkeologlar, bu yapıların kol ve ellere benzeyen unsurları nedeniyle insanı simgeleyen en eski yapılar olduğunu düşünmektedir.

Bu yerler birer tapınak mıydı, yoksa ava giden avcıların avdan önce kendilerini cesaretlendirdiği veya avdan sonra heyecanlı öyküler anlattığı yerler miydi? Bu yaban hayvanları kabartmaları onlara kendi güçlerini av için ödünç mü veriyordu, yoksa öyküleri canlandırmada yardım mı ediyordu? Bu sorulara şimdilik kesin yanıtlar veremiyoruz. Taş Tepeler’deki bulguların, insanlığın macerasının bilinen noktalarını en az 4-5 bin yıl geriye götürdüğünü ve tarihin bazı kabullerini değiştirdiğini belirtmekle yetineceğim.


En eski bilgimiz

Buradan benim aldığım bazı derslerden birisi, yaban hayvanları ile insanoğlunun ilişkisinin, bildiğimiz en eski bilgi olabileceği yönündedir. Onbinlerce yıl önce yaşayan atalarımız, nasıl ekmek yapılır, bilmiyordu. Buna karşın, herkesi doyurmak için ne yapılacağını gayet iyi biliyorlardı. O zamanlar yaşayan insan toplulukları, karşılarında hem tehdit, hem de fırsat olarak duran yaban hayatını, olabildiğince iyi öğreniyor ve bu kıymetli bilgiyi yeni nesillere aktarıyordu.

Göbeklitepe’yi inşa eden atalarımızın sadece doğadan ot, ağaç kökü ve meyve toplayarak beslenen insanlar olmadığı açıktı. Onlar, yaban hayvanları arasında hangileri yenir; yemek için onları ne zaman ve nasıl avlamak gerekir; bunu iyi biliyorlardı. Doğada her zaman var olan av-avcı ilişkisi çok kolay bir şekilde tersine dönebildiği için, grubun zayıf üyelerini nasıl yaban hayvanlarının saldırılarından koruyacaklarını da iyi biliyorlardı.

Örneğin, yaban domuzu, doğada çok fazla düşmanı olmaması ve çok üremesi nedeniyle, eskiden beri insan topluluklarının çevresinde en kolay bulunan temel besin kaynaklarından biriydi. Bunun binlerce yıl önce de doğru olduğunu, Taş Tepeler’de yaban domuzunun sıkça betimlenmiş olmasından anlıyoruz. Yaban domuzu, ayrıca oldukça saldırgan ve azı dişleriyle de tehlikeli bir yaban hayvanı olduğu için atalarımızın sohbetlerinde çok yer etmiş olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Saygı ve korku

O dönemde, diğer insan toplulukları ile olduğu kadar, yaban hayvanı toplulukları ile de sosyal bir ilişki kuran atalarımızın, yaban hayvanlarına saygı, merak ve ilgi duyduğunu düşünüyorum. Aslan ve leopar gibi yırtıcı hayvanların büyük olasılıkla hem imrenilen hem de korkulan güçleri, onları insan toplulukları açısından kutsallık ile karışık aşk-korku ilişkisi düzeyine getirmiş olmalıdır. Aslanın gücüne ve avlanma becerisine imrenen avcı insanın, onu hem alt etmek isteyeceği, hem de onun gücünden bir parçayı kendinde taşımak isteyeceği doğaldır.

Yerli insanların bilgisi

Bugün de belirli yerli halkların inanışlarında, belirli yaban hayvanlarının çeşitli güçleri olduğuna ve onlarla bir şekilde ilişki kuran insanların bundan bir şekilde etkilendiğine yönelik unsurlar bulunmaktadır. Göçebe kabilelerde “ongun” şeklinde gördüğümüz bu kut hayvanı, Kuzey Amerika yerli toplumlarında belirli bir ruhu ve gücü temsil eden varlığa dönüşmektedir. Her iki durumda da yaban hayvanına yakınlık duyan, ondan bir fayda bekleyen ve doğal olarak yaban hayvanları hakkında pek çok şey bilen insan toplulukları karşımıza çıkıyor. Bu devirde bile konuştuğum Kuzey Amerika yerlileri, yerli olmayan insanlara kıyasla yaban hayatı hakkında kat be kat daha fazla bilgiye sahiptirler.

Yaban cahili modern insan

Modern insan yaban hayatından olabildiğince uzaktır. Gökyüzünde gördüğü kuşların ne tür olduğu; yenip yenemeyeceği hakkında en ufak bir fikri yoktur. Örneğin ülkemizde insanlar, TV ekranında boynuzlu bir hayvan gördüklerinde, bu yaban hayvanının, karaca mı, geyik mi yoksa bir ceylan mı olduğunu bilemeyeceklerdir. Bu söylediğim yaban hayvanlarının birbirinden farklı hayvanlar olduğunu öğrendiklerinde şaşıracaklarına da eminim. Ataları, bu farklı yaban hayvanlarını birbirinden ayırıp, bizim de anlayabileceğimiz şekilde halılara dokumuş olan Anadolu insanının modern çocukları, tavuk gördüğünde korkmaktadır.

Bu sadece kalabalık şehirlerde yaşayan insanlar için geçerli değildir. Köylerde yaşayan insanlar bile, bir kertenkele türü olan kör yılanı gördüğünde derhal bu zararsız hayvancağızı öldürmektedir. Vaşak gören veya yüzyılda bir leopara rastlayan Anadolu insanı, bilgisizlikten kaynaklanan bir istekle bu nadir canlıları öldürmek için elinden geleni yapmaktadır.

Yabanı bilmemenin tehlikesi

Marketin beyaz et reyonundan alabildiğimiz kanatlı hayvan butlarını, ne olduğunu merak etmeden evde pişirip yiyebildiğimiz çağda, kazı ördekten ayıramıyor olmanın getireceği risk ne olabilir? Ormandaki son vaşak ölse, son saz kedisi vurulmuş olsa, dağdaki son kurt da son nefesini verse, hayatımızda ne değişiklik olur? Şunun altını hemen çizmem gerekir, küçük ya da büyük herhangi bir türün bitişi, ekosistem açısından bir küçük kıyamettir. Tüm yaban hayvanlarının doğadaki yeri doldurulamaz ve yok oluşları, ünlü “kelebek etkisi” terimiyle ifade edilen birbirine bağlı olaylar zinciri şeklinde bizi ve gezegenimizi etkileyecektir.

İnsanoğlu doğa ve yaban hayatından koptuğu derecede, sağlığını ve dünyayı tahrip etmeden yaşayabilme becerisini yitirmektedir. Bizim evrendeki varlığımızı en çok tehdit eden şeyin, yine kendi türümz olduğunu artık hepimiz kabul ediyoruz. Yaşam alanını, kısa vadeli kazançlar için bizim gibi yok eden başka akıllı bir tür bulunmuyor. Ben şahsen bunun ana nedeninin, doğadan ve yaban hayatından kopuş olduğunu düşünenlerdenim.

Doğa eksikliği sendromu

Ünlü yazar Richard Louv, bu kopuşa “nature deficiency syndrome” (doğa eksikliği sendromu) adını koyuyor ve eserlerinde bu eksikliğin bireylerde yol açacağı sonuçlara dikkat çekiyor. Doğa eksikliğinin ve yaban hayatından uzaklaşmanın kişisel düzeyde bedensel ve akıl sağlığımızı olumsuz etkilediği artık kanıtlanmış bir olgudur. Bu eksikliğin toplumlarda yol açtığı sonuçlar ise hala sosyolojik araştırmalara ihtiyaç duymaktadır.

Orman varlığındaki azalma, yaşam alanlarının sağlıksız hale gelmesi, su kaynaklarının yetersiz ve kirlenmiş olması, tarımsal arazilerin gittikçe daha fazla ilaç ve kimyasal depolaması, sağlıksız gıdaların yaygınlaşması nedeniyle ortaya çıkan ve artan hastalıklar gibi sayacağımız pek çok olumsuz gelişmede bizim kendi yaptıklarımızın sonuçları rol oynamaktadır. Bozkırda hangi yaban hayvanlarının yaşadığını bilmeyen modern insan, kırları bir ekosistem olarak değil, müteahhitlik firmalarına bölüştürülmesi gereken alanlar olarak görmektedir. Balık türlerinin birbirinden farkını ancak balıkçı tezgahında gören toplumumuz, trol ile avlanmanın balık türleri üzerindeki olumsuz etkisine sesini çıkarmamaktadır. Avcılığa toptan karşı olan modern insan, bırakamadığı beslenme alışkanlıklarıyla milyonlarca yaban hayvanının yaşam alanlarının besi hayvancılığı tarafından tehdit edildiğini veya gıda talebi ve tarımsal üretimin artmasıyla Güney Amerika ormanlarının daha önce görülmemiş bir hızla yok olduğunu görmek veya düşünmek istememektedir.

Yaban hayatının iyileştiriciliği

Elbette, binlerce yıl önce, yaban hayvanını alt etmeye çalışan atalarımızın yaşadığı ilişkiyi yeniden kurmamız çok zordur. Bununla birlikte, yaban ile en ufak bir bağ kurup bu bağı güçlendirmek, hem kendi ruhumuzu iyileştirecek, hem de toplum olarak daha doğru tercihler yapmamıza yardımcı olacaktır.

Yaban hayvanları bize faydalı olduğu için veya bize yararlı olduğu sürece orada olma hakkını elde etmemelidir. Bu gezegeni bitkiler ve yaban hayatı ile paylaştığımızı ve onların var olma hakkını kabul etmemiz gerekmektedir.

Belki de Göbeklitepe’de T biçimli dev taşları insana benzeten ve sonra da üzerine yaban hayvanı kabartması yapan atalarımız bize binlerce yıl öteden bir şeyler anlatmaya çalışmaktadır.

Mehmet Ekizoğlu


Fotoğraflar:

Göbeklitepe fotoğrafları, T.C. Şanlıurfa Valiliği, Haliliye Kaymakamlığı Web Sayfasından alınmıştır.

Beyazkuyruklu geyik fotoğrafı yazara aittir.

18 Oca 2024

YABAN HİNDİSİ






YABAN HİNDİSİ

Bir yaban hindisini uçarken vuramazsınız. Koşarken de vuramazsınız. Yaban hindisi, duyduğu en ufak bir seste kaybolur, fark edeceği değişik bir renk veya gözüne çarpan parmak ucunuz hindinin buhar olup uçmasına yeter.

Amerikalı bir avcının meşhur deyimiyle; “Yaban hindisi koku alabiliyor olsaydı, kesinlikle alt edilemez bir hayvan olurdu”. Neyse ki, yaban hindisinin koku alma duyusu, en azından geyiklerinki kadar hassas değildir.

Yaban hindisinin tek bir dezavantajlı yanı vardır. Daha doğrusu, yaban hindisinin dezavantajlı olduğu tek bir dönem vardır: çiftleşme dönemi.

Amerika’da hindinin havası binbeşyüz!

Eski dünyadan gelen bizler için hindi, kümeste veya köylerde gezinen, yılbaşında sofralarda olmasına alıştığımız, eti pek yavan olan, irice bir tavuktur. Kimsenin canı durduk yerde hindi çekmez. Hindinin yabani olabileceği, ormanda yaşayıp uçup kaçabileceği; hatta avlanabileceğini pek düşünmeyiz. Aslında, kimse hindi için öyle adamakıllı oturup düşünmemiştir de.

Yeni dünya dediğimiz Amerika kıtasında durum böyle değildir. Amerikalılar, Kanadalılar ve Meksikalılar, hindinin yabani olabileceğini bilir; çoğu yaban hindisi görmüştür ve pek çoğu yaban hindisinden korkar. Hemingway’in tanımıyla, avcı olanlar ve olmayanlar şeklinde ikiye ayrılan insanların avcı olan kesimi ise yaban hindisine, hayranlık ve sevgi ile karışık, anlaşılması zor duygular beslerler. Hiç kuş avlamayan ve sadece geyik avına hevesli olan avcılar dahi, iş yaban hindisine geldi mi, ilkelerini bir kenara bırakıp kamuflaj ceketlerini giyerler ve ellerinde yivsiz av tüfekleriyle ormanın yolunu tutarlar.

Hindi, Turkey, Türkiye????

Yaban hindisi, hadi birazcık bilgiçlik taslayalım, Latince adıyla Meleagris gallopavo, Kuzey Amerika kıtasına özgü bir yaban hayvanıdır. Aile olarak tavuk, sülüngiller ve bıldırcın ile aynı aileye mensuptur, ailenin de en irisidir. Evrimini yaklaşık 20 Milyon yıl önce, yine Kuzey Amerika’da bir yerlerde tamamlayan yaban hindisinin dünyadaki macerası biz insanlarınkinden daha eskidir. Buna rağmen, yaklaşık iki bin yıl önce, Amerikan yerlileri yaban hindisinin bazılarını evcilleştirmeyi başarmışlardır. 15nci yüzyılda, bilgiç ayağını Amerika kıtasına basan Avrupalılar, bu bereketli kümes hayvanını alıp Avrupa’ya götürmekte gecikmemişlerdir. İşte biz Türklerin ismimizle ilgili milli derdimiz de buralarda başlar. Evet, hindinin İngilizcesi “Turkey”dir. Sonunda bizim ülkemizin İngilizce adını değiştirmemize neden olan bu ilginç tesadüfün en mantıklı açıklaması, dilbilimci Mario Pei tarafından yapılmıştır. Buna göre, ilk defa İstanbul’dan Türklerden alınıp Fransa ve İngiltere soylularına hediye edilen Gine tavukları, ya da beçtavuğu, kolaycı Avrupalılar tarafından, alınan yerin adına binaen “Turkey cock” yani Türk horozu olarak adlandırılmıştır. Daha sonra Amerika’dan gelen hindiyi gören ve beçtavuğu ile benzerliğinden dolayı fazla düşünmeyen İngilizler buna da “turkey” deyip geçmişlerdir.

Şimdi, Türkçe’de hindinin neden Hind ülkesinden geldiği ayrı bir konu, oraya hiç girmeyelim. Bence bunların hepsi güzel ayrıntılar. Karışıklık oluyor mudur, ben bir kaç gülümseten karışıklığa denk geldim, ancak hiçbir zaman cennet yurdumuzun adını, olması gereken yerden farklı bir yere koyana rastlamadım.

Başına ne geldiyse...

Bu isim konusunu hallettiğimize; veya ertelediğimize göre, gelin şu çiftleşme mevsimine geri dönelim.

Yaban hindisi kışı atlatıp, biraz biti kanlanmaya başlayınca, malum, aklı başka yere çalışmaya başlar. Hayatın döngüsü bu. “Circle of life” dedikleri şey. Erkek yaban hindisi, çokeşlidir, yani sınırsız flört yeteneğine sahiptir. Genellikle bir iki erkek yaban hindisi, birbiriyle rekabet halinde dişi gruplarına musallat olur. Mart ayının sonuna doğru başlayan romantik ilişkiler, Nisan ayının sonuna veya Mayıs başına kadar devam eder.

Bu dönemde, genellikle etrafına fazla dikkat etmeyen erkek hindiler, tarla veya arsa gibi açık alanlarda, dişilerin etrafında gezer, tüylerini kabartır, kuyruk tüylerini yelpaze gibi açarak kendisinin çiftleşmeye en uygun erkek olduğunu ispatlamaya girişir. Kendisinden daha küçük veya genç erkekleri görünce buna çok kızan erkek hindi, onları kızlardan uzaklaştırmak için hızlıca olay mahalline gelir ve dövüşmeye hazır olduğunu rakibine gösterir.

BAM!

Evet, o anda patlayan silah, erkek yaban hindisine aslında saldırdığı genç erkeğin, ve tabii orada hareketsiz duran dişi hindilerin de, plastik birer kuş olduğunu, belki de ilk ve son kez öğretmektedir.

Kuzey Amerika’da yaban hindisi avı sezonu genellikle, çiftleşme dönemi olan Mart, Nisan ve Mayıs aylarına denk gelir. Bunun nedeni, başka türlü yaban hindisinin dikkatinin dağılmış bir anını yakalamanın neredeyse imkansız olmasıdır. Yaban hindisi avında sadece erkek kuşlar avlanabilir ve bu sezon boyunca her avcının, ortalama bir veya iki erkek kuş avlama hakkı vardır. Erkeği dişisinden nasıl ayırt ederler? Birincisi ve en önemlisi, erkek kuşların bağrında, aşağıya doğru sarkan, yaklaşık 20 santimetre uzunluğunda bir tutam kıl-tüy bulunmaktadır. Buna sakal denir ve bunu gördüğünüzde o kuşun avlanmasının serbest olduğunu anlarsınız. İkincisi ise daha az güvenilir bir yol olan, yüzünün renginin kırmızı mavi olmasıdır. Buna pek güvenilmez, zira renksiz derili erkek kuşlar olduğu gibi, kırmızıya çalan deriye sahip dişi kuşlar da vardır. En sağlam olan yol, sakalı görüp emin olmaktır.

Yaban hindisi avındaki sınırlamalar sayesinde, Kuzey Amerika’da hindi populasyonu son derece sağlıklı bir noktadadır.


Bir erkek yaban hindisinin ağırlığı, 11 kilograma ulaşabilir. Etinin lezzetli olması nedeniyle çok tutulan bir yaban hayvanıdır. Benim vurduğum yaban hindilerinden bir tanesi çok yaşlıydı, eti küçük parşalar halinde doğrayıp tavada kavurmak ve sonra fırına atmak durumunda kaldım. Yaşını da sakalının uzunluğuna bakarak tahmin ediyorlar; ancak ben etin sertliğinden de anlıyorum. Eğer vurduğunuz kuş çok yaşlı değilse, yiyebileceğiniz en lezzetli etlerden birisi olduğu hususunda bana katılacaksınız.

Yaban hindisi avı Kuzey Amerika kıtasında o kadar popüler olmuştur ki, bu amaçla kulüpler, federasyonlar kurulmuş; hindi avı için ses çıkaran düdükler, “decoy” denilen mühreler, saklanmaya yarayan gümeler ve özel kamuflaj kıyafetler geliştirilmiştir. Sadece yaban hindisi tabloları yapan ressamlar bulunmaktadır. Bu resimler, yaban hindisi habitatının geliştirilmesi için yapılan bağış toplantılarında açık artırmayla satılmaktadır.

Kuzey Amerika’da, bir zamanlar aşırı avlanma nedeniyle tükenme noktasına gelen yaban hindileri, sonradan akıllanan aynı insanlar tarafından geliştirilen koruma programları ile korunmuş; sayıları artırılmış ve yakalanan hindiler uygun bölgelere tekrar salınarak çoğaltılmıştır. Günümüzde Kanada ve ABD’de yaban hindisi kontrollü olarak avlanabilmekte; avcılık bu değerli yaban hayvanının gezegenimizdeki varlığını tehdit etmemektedir.

 Mehmet Ekizoğlu

Fotoğraflar:

Yaban hindisi fotoğrafları yazara ait olup Kanada'nın Ontario Eyaletinde çekilmiştir.