Göbeklitepe ve Taş Tepeler
Son yirmi yılda beni en çok heyecanlandıran keşiflerden birisi Göbeklitepe
ve etrafındaki yeni keşifler oldu. İnsanlığın bu bilinmeyen yıllarına ait
karşımıza birdenbire, hem de kendi yurdumuzda çıkıveren bulgular, daha önce
bilinmeyen pek çok noktayı önümüze koydu.
Koydu koymasına da, arkeologlardan antropologlara kadar pek çok bilim insanı, şimdi Taş Tepeler denen bu yerlerde açığa çıkarılan eserler ve bulgular hakkında hipotezlerden öteye geçebilen açıklama getiremedi.
Bunların içinde, T şeklinde kayadan oyulmuş ve her biri 5 metreye varan
yükseklikte ve tonlarca ağırlıkta yapıların bir araya getirilmesiyle
oluşturulmuş çember tarzındaki yapılar en çok tartışmalı olanlardı. Bu T
şeklindeki kayalar üzerinde, yaban domuzu, leopar, tilki, aslan, çeşitli kuşlar,
akrep, yılan gibi yaban hayvanları kabartmaları yer alıyordu. Arkeologlar, bu
yapıların kol ve ellere benzeyen unsurları nedeniyle insanı simgeleyen en eski
yapılar olduğunu düşünmektedir.
Bu yerler birer tapınak mıydı, yoksa ava giden avcıların avdan önce kendilerini cesaretlendirdiği veya avdan sonra heyecanlı öyküler anlattığı yerler miydi? Bu yaban hayvanları kabartmaları onlara kendi güçlerini av için ödünç mü veriyordu, yoksa öyküleri canlandırmada yardım mı ediyordu? Bu sorulara şimdilik kesin yanıtlar veremiyoruz. Taş Tepeler’deki bulguların, insanlığın macerasının bilinen noktalarını en az 4-5 bin yıl geriye götürdüğünü ve tarihin bazı kabullerini değiştirdiğini belirtmekle yetineceğim.
En eski bilgimiz
Buradan benim aldığım bazı derslerden birisi, yaban hayvanları ile insanoğlunun
ilişkisinin, bildiğimiz en eski bilgi olabileceği yönündedir. Onbinlerce yıl
önce yaşayan atalarımız, nasıl ekmek yapılır, bilmiyordu. Buna karşın, herkesi
doyurmak için ne yapılacağını gayet iyi biliyorlardı. O zamanlar yaşayan insan
toplulukları, karşılarında hem tehdit, hem de fırsat olarak duran yaban
hayatını, olabildiğince iyi öğreniyor ve bu kıymetli bilgiyi yeni nesillere
aktarıyordu.
Göbeklitepe’yi inşa eden atalarımızın sadece doğadan ot, ağaç kökü ve meyve
toplayarak beslenen insanlar olmadığı açıktı. Onlar, yaban hayvanları arasında
hangileri yenir; yemek için onları ne zaman ve nasıl avlamak gerekir; bunu iyi
biliyorlardı. Doğada her zaman var olan av-avcı ilişkisi çok kolay bir şekilde
tersine dönebildiği için, grubun
zayıf üyelerini nasıl yaban hayvanlarının saldırılarından koruyacaklarını da
iyi biliyorlardı.
Örneğin, yaban domuzu, doğada çok fazla düşmanı olmaması ve çok üremesi
nedeniyle, eskiden beri insan topluluklarının çevresinde en kolay bulunan temel besin kaynaklarından
biriydi. Bunun binlerce yıl önce de doğru olduğunu, Taş Tepeler’de yaban
domuzunun sıkça betimlenmiş olmasından anlıyoruz. Yaban domuzu, ayrıca oldukça
saldırgan ve azı dişleriyle de tehlikeli bir yaban hayvanı olduğu için atalarımızın
sohbetlerinde çok yer etmiş olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Saygı ve korku
Yerli insanların bilgisi
Bugün de belirli yerli halkların inanışlarında, belirli yaban hayvanlarının
çeşitli güçleri olduğuna ve onlarla bir şekilde ilişki kuran insanların bundan
bir şekilde etkilendiğine yönelik unsurlar bulunmaktadır. Göçebe kabilelerde “ongun”
şeklinde gördüğümüz bu kut hayvanı, Kuzey Amerika yerli toplumlarında belirli
bir ruhu ve gücü temsil eden varlığa dönüşmektedir. Her iki durumda da yaban
hayvanına yakınlık duyan, ondan bir fayda bekleyen ve doğal olarak yaban
hayvanları hakkında pek çok şey bilen insan toplulukları karşımıza çıkıyor. Bu
devirde bile konuştuğum Kuzey Amerika yerlileri, yerli olmayan insanlara
kıyasla yaban hayatı hakkında kat be kat daha fazla bilgiye sahiptirler.
Yaban cahili modern insan
Modern insan yaban hayatından olabildiğince uzaktır. Gökyüzünde gördüğü
kuşların ne tür olduğu; yenip yenemeyeceği hakkında en ufak bir fikri yoktur. Örneğin
ülkemizde insanlar, TV ekranında boynuzlu bir hayvan gördüklerinde, bu yaban
hayvanının, karaca mı, geyik mi yoksa bir ceylan mı olduğunu bilemeyeceklerdir.
Bu söylediğim yaban hayvanlarının birbirinden farklı hayvanlar olduğunu
öğrendiklerinde şaşıracaklarına da eminim. Ataları, bu farklı yaban
hayvanlarını birbirinden ayırıp, bizim de anlayabileceğimiz şekilde halılara dokumuş
olan Anadolu insanının modern çocukları, tavuk gördüğünde korkmaktadır.
Bu sadece kalabalık şehirlerde yaşayan insanlar için geçerli değildir. Köylerde
yaşayan insanlar bile, bir kertenkele türü olan kör yılanı gördüğünde derhal bu
zararsız hayvancağızı öldürmektedir. Vaşak gören veya yüzyılda bir leopara
rastlayan Anadolu insanı, bilgisizlikten kaynaklanan bir istekle bu nadir
canlıları öldürmek için elinden geleni yapmaktadır.
Yabanı bilmemenin tehlikesi
Marketin beyaz et reyonundan alabildiğimiz kanatlı hayvan butlarını, ne
olduğunu merak etmeden evde pişirip yiyebildiğimiz çağda, kazı ördekten ayıramıyor
olmanın getireceği risk ne olabilir? Ormandaki son vaşak ölse, son saz
kedisi vurulmuş olsa, dağdaki son kurt da son nefesini verse, hayatımızda ne
değişiklik olur? Şunun altını hemen çizmem gerekir, küçük ya da büyük herhangi
bir türün bitişi, ekosistem açısından bir küçük kıyamettir. Tüm yaban
hayvanlarının doğadaki yeri doldurulamaz ve yok oluşları, ünlü “kelebek etkisi”
terimiyle ifade edilen birbirine bağlı olaylar zinciri şeklinde bizi ve
gezegenimizi etkileyecektir.
İnsanoğlu doğa ve yaban hayatından koptuğu derecede, sağlığını ve dünyayı
tahrip etmeden yaşayabilme becerisini yitirmektedir. Bizim evrendeki varlığımızı
en çok tehdit eden şeyin, yine kendi türümz olduğunu artık hepimiz kabul
ediyoruz. Yaşam alanını, kısa vadeli kazançlar için bizim gibi yok eden başka
akıllı bir tür bulunmuyor. Ben şahsen bunun ana nedeninin, doğadan ve yaban
hayatından kopuş olduğunu düşünenlerdenim.
Doğa eksikliği sendromu
Ünlü yazar Richard Louv, bu kopuşa “nature deficiency syndrome” (doğa
eksikliği sendromu) adını koyuyor ve eserlerinde bu eksikliğin bireylerde yol
açacağı sonuçlara dikkat çekiyor. Doğa eksikliğinin ve yaban hayatından
uzaklaşmanın kişisel düzeyde bedensel ve akıl sağlığımızı olumsuz etkilediği
artık kanıtlanmış bir olgudur. Bu eksikliğin toplumlarda yol açtığı sonuçlar
ise hala sosyolojik araştırmalara ihtiyaç duymaktadır.
Orman varlığındaki azalma, yaşam alanlarının sağlıksız hale gelmesi, su
kaynaklarının yetersiz ve kirlenmiş olması, tarımsal arazilerin gittikçe daha
fazla ilaç ve kimyasal depolaması, sağlıksız gıdaların yaygınlaşması nedeniyle
ortaya çıkan ve artan hastalıklar gibi sayacağımız pek çok olumsuz gelişmede bizim
kendi yaptıklarımızın sonuçları rol oynamaktadır. Bozkırda hangi yaban
hayvanlarının yaşadığını bilmeyen modern insan, kırları bir ekosistem olarak
değil, müteahhitlik firmalarına bölüştürülmesi gereken alanlar olarak
görmektedir. Balık türlerinin birbirinden farkını ancak balıkçı tezgahında
gören toplumumuz, trol ile avlanmanın balık türleri üzerindeki olumsuz etkisine
sesini çıkarmamaktadır. Avcılığa toptan karşı olan modern insan, bırakamadığı
beslenme alışkanlıklarıyla milyonlarca yaban hayvanının yaşam alanlarının besi
hayvancılığı tarafından tehdit edildiğini veya gıda talebi ve tarımsal üretimin
artmasıyla Güney Amerika ormanlarının daha önce görülmemiş bir hızla yok olduğunu
görmek veya düşünmek istememektedir.
Yaban hayatının iyileştiriciliği
Elbette, binlerce yıl önce, yaban hayvanını alt etmeye çalışan atalarımızın
yaşadığı ilişkiyi yeniden kurmamız çok zordur. Bununla birlikte, yaban ile en
ufak bir bağ kurup bu bağı güçlendirmek, hem kendi ruhumuzu iyileştirecek, hem
de toplum olarak daha doğru tercihler yapmamıza yardımcı olacaktır.
Yaban hayvanları bize faydalı olduğu için veya bize yararlı olduğu sürece orada
olma hakkını elde etmemelidir. Bu gezegeni bitkiler ve yaban hayatı ile
paylaştığımızı ve onların var olma hakkını kabul etmemiz gerekmektedir.
Belki de Göbeklitepe’de T biçimli dev taşları insana benzeten ve sonra da
üzerine yaban hayvanı kabartması yapan atalarımız bize binlerce yıl öteden bir
şeyler anlatmaya çalışmaktadır.
Mehmet Ekizoğlu
Fotoğraflar:
Göbeklitepe fotoğrafları, T.C. Şanlıurfa Valiliği, Haliliye Kaymakamlığı Web Sayfasından alınmıştır.
Beyazkuyruklu geyik fotoğrafı yazara aittir.