27 Şub 2014

AMERİKAN KIRLARINDAN NOTLAR – 3

Yazı dizimizi okumaya yeni başlayanlar için, Kuzey Amerikan kır ve savan ekosistemlerinden bahsettiğimizi hatırlatayım. Kelimenin özgün versiyonu olan “prairie” sözcüğü Fransızca’dır ve Kuzey Amerika’ya ilk defa gelen kaşifler tarafından uçsuz bucaksız görünen otluk alanlara verilen addır. Otluk arazi anlamına gelmektedir. Savan ise bu kırda orada burada dağınık yetişmiş ve çoğunlukla meşelerden oluşan ağaçlık alanlara verilen addır. Kırın ağaçsız bölgelerinin tam güneş ışığı altında ve savanın yer yer gölgeli arazilerinde yetişen bitkiler birbirinden çok farklıdır.

Toprağın aşırı işlenmesi ve aşırı otlatma nedeniyle doğal kırların kaybından bahsetmiştik. Daha sonra da kırlarla tanıştıktan sonra, Wisconsin Eyaletinin güneybatısında bulunan 161 hektarlık çiftliğimizde ailemizin bu konuda eğitimini anlatmıştık.

Yirmi yıl önce 7.7 hektarlık araziye ilk kır otlarını diktiğimiz vakit, çiftliğimizin bulunduğu yerde boyları neredeyse iki metreye varabilen otluklar bulunduğunu hiç aklımıza getirmiyorduk. O zamanlar bunu düşünmek veya anlayabilmek için yeterli bilgi birikimimiz yoktu. Sonra hangi bitkiden ne kadar ekeceğimizi araştırırken, kır çiçeklerinin kır ekosisteminin çok önemli bir bölümünü oluşturduğunu fark ettik. Buna karşın elle toplanan bu kır çiçeği tohumları son derece pahalıydı. Sadece bir avuç kadar alabilmiştik. Bu bir avuç kadar tohumun içinde farklı 12-14 kadar tohum çeşidi vardı. Toprağımız kumluydu ve bir yerinde tam bir kumul olabilecek bir bölgesi de vardı. Orada fazla bir şey yetişmediği için tohumları rasgele attık.

Eşimin çok iyi fikirleri vardı. İçinde en çok rastlanan kır otlarının resimleri olan bir kitap aldı. Bu kitabı inceleyerek ve kendi çiçeklerimizin ne zaman çıkacağını düşünerek oldukça keyifli zaman geçirdik. Ertesi yaz, anayola doğru yürürken (evimiz anayola yaklaşık yarım kilometre uzaklıkta), eşim kenarda çıkmış sarı büyük çiçekli uzun bitkiyi göstererek “bardak çiçeği” dedi. Çiftliğimizde orijinal bir kır bitkisiyle ilk tanışmamızdı.

Bu tarlayı kiralayan çiftçi ekmeyi bıraktığında biz kır otlarına başlamıştık. Ancak çiftçi yine de sığırlarını otlatmaya devam ediyordu. Bu altı sene daha, 1998’e kadar devam etti. Ortalıkta otlayacak sığırlar olmayınca otlar büyüyecekti. Bunun nasıl olacağını bilmiyorduk, şansımız varmış ki böyle güzel bir sonuç verdi. Bunca senedir o orijinal bitkinin otlatmaya dayanabileceğini tahmin etmezdik.

Yıllar içinde toprağın kendi kendine iyileştiğini izledik. Çiftliğin ortasında bulunan sulak alanda, bizim araziyi satın aldığımız 1972 yılında hiç çiçek yoktu. Görülebilen sadece ayak otuydu. Ayak otu yuvarlak öbekler halinde yetişen bir sulak alan otudur. Uzun otları üç metreye kadar çıkabilir. Otu ve çiçekleri o kadar sıktır ki üzerine basana kadar fark etmezsiniz. Her yıl bu bitki çoğalır ve genişler.

İlk önce burada yalnız başına duran bir bitkiyi fark ettim. Dönüşte araştırınca bir at kuyruğu bitkisi olduğunu öğrendim. Şimdi sulak alanlarda bu kamış türünden bolca var. Öğrendiğimize göre, sulak alanlar kendisini çok çabuk restore ediyor. Bu da bir “tohum bankası” olan toprakta saklı bulunan bitki tohumları sayesinde...


Kuru topraklarımız bu kadar şanslı değildi. Yıllar içerisinde, daha önceden görmediğimiz bir bitkiyi saptayabilmek için gözümüzü sürekli açık tutmayı öğrendik. Bir çok ot grubu, bazen tek tek otları ayırt ettik. Wisconsin Eyaletinde türü tehlikede olan bazı kara ot ve kır çiçeklerinin çiftlikte hala yaşamakta olduğunu gördük. Küçük keşiflerimizden çok mutluluk duymayı öğrenmiştik. Öğrendiğimiz başka bir şey de, bizim kafamızdan olmadıkça gelip gören misafirlerimizin bizim heyecanımızı paylaşamadığıydı. Onlara göre bunlar sadece bir grup ottu, o kadar...

Diğerlerine göre aslını daha çok koruyan bazı bölgelerimiz var. Burada karşı karşıya kaldığımız soru, buralara da tohum mu ekmemiz, yoksa kendi kendilerini gelmelerini mi beklememiz gerektiğiydi. Yani aktif olarak restore etmek veya bunu toprağın kendi kendine yapmasını beklemek... Burada zaman en önemli unsurdu. Bazı bitki türlerinin, en son sığır araziyi terk ettikten yedi yıl gibi bir süre sonra çıktığını görmüştük. Yine hatırlatalım, Avrupa’da yetişen otlardan farklı olarak Amerikan kır otlarının iki metreye varabilen uzun ve derin kökleri vardır. Uzun süre sürekli otlatma yapılırsa bu otların kökleri yeterli besini alamaz, sonunda bitki zayıflar ve ölür.

Yerli habitatı restore ederken, önceden yetişmiş ve toprağa tohumlarını bırakmış bitkilerin kalıntıları, yani tohum bankası kullanılır. Bu yeni bitkiler için ana kaynaktır. Bazı tohumlar yıllarca dayanabilir. Ancak bir tarla eğer sürekli sürülüyorsa, bekleyen tohumlar yukarı çıkacak ve nem ve güneş ile yeşerecektir. Bundan sonra atılan ot ilaçları ve toprağın ekilip biçilmesi ile bu bitkiler tamamen ölmüş ve tohumları da kalmamış olacaktır. Bu süreç böyle devam eder ve bir süre sonra tohum bankası yenilenmez ve yavaş yavaş yok olur.

Sizin Türkiye’deki tarlalarınız binlerce yıldır sürülmektedir. Çiftçilerin ne kadar ot öldürücü ilaç kullandığına bağlı olarak, bazı bitkiler tohum verecek kadar hayatta kalmış olabilir veya tarlaların kenarlarında hala bu yabani habitatı besleyecek kadar bitki ve tohum kaynağı kalmış olabilir. Bizim arazimizde tarla kenarlarında yeteri kadar ot ve tohum kalıntısının yaşamakta olduğunu gördük. Bazı arazilerde de ormana yakın kenarlarda veya köşelerde yabani yerli bitkilerin halen yaşamakta olduğu görülebilmektedir.

Toprağı nasıl eski haline dönüştürebileceğimizi araştırırken yapılması gereken en önemli işin arazinin genetik araştırmasının yapılması olduğunu öğrendik. Başka bir deyişle, toprakta ilk başta ne tür bitkiler olduğunu bilmeden bu bitkileri yeniden oluşturamazdık. İlk yazımızda da sözünü ettiğimiz gibi, bitkiler nerede yaşamak isterlerse orada inkişaf ediyorlardı. Bir zamanlar meşe yetişen yere çam ormanı dikmeye kalkarsanız bir nebze başarılı oluyordunuz, ancak bu orada meşe yetiştirmenin başarısına asla ulaşamazdı. Aynı zamanda tohumları mümkün olduğunca yerel kaynaklardan sağlamanın da yararlı olduğunu öğrendik. ABD’de eğer işi ciddi tutuyorsanız, tohumları en fazla  150 km.’lik bir alanda bulunan kaynaklardan temin etmelisiniz. Bunun nedeni yerel kaynaktan gelen tohumların mevsimler, toprağın durumu ve ekim havası gibi şartlara daha iyi uyum sağlayacağıdır.Bizim çiftliğimizde eskiden kalan bir tür vardı, parlayan yıldız denir (liatris aspera). Bunları çoğaltmak için benzer tohumları yakın bir yerden almıştık. Alırken genetiğinin bizim yöreye uygun olması gerektiğini söylememiştim. Bunlar eskilerinden daha geç gelişti ve çiçek açtı. Sonradan öğrendik ki, bu tohumlar daha güneydeki eyaletlerden getirilmiş. 


Sizin Türkiye’de olduğu gibi uzun süredir ekilip biçilen topraklarda orijinalde ne gibi türler yetiştiğini bulmak için belki de eski zamanlarda yazılmış eserlere müracaat etmeniz gerekebilir. Sadece 150 yıldır ekilip biçilen bizim toprağımızda bile bitki gruplarının ne olduğuna ilişkin bir bilgi yoktu. Doğal ekosistem tahrip edilirken hiç kimse bunun önemli olacağını düşünmemişti. En iyi kır otları ve kır çiçeklerinin olduğu yerlerde toprak son derece zengin ve verimliydi, bu da bu toprakları değerli bir tarımsal arazi haline getiriyordu.

Illinois Eyaletinde bulunan Chicago şehri, bir şehir ormanına sahip olan nadir kentlerdendir. Berlin ise diğer bir şehirdir. Chicago ormanları aslında kır ve savandan oluşuyordu, ancak ağaçlar, çalılar ve diğer bitkiler kendiliğinden büyüdü ve sık birer ormana dönüştü. Chicago’da bu ekosistemde orijinal ne kalmışsa bulmak ve korumak için kararlı bir grup vardı. Bunlar ilk eğitimlerini alıp ilk tohumlarını açıklıklara ve meşelerin altına diktiler. Meşelerin altına dikilenler çıkmadı. Yeniden denediler ve aynı sonucu elde ettiler. Bu grubun lideri daha sonra ormanın içindeki patikalarda yürüyerek patikanın kenarlarında yetişen otlardan tohumlar aldı. Bunları meşelerin altına diktiğinde çok güzel bir şekilde yeşerdiğini gördü.

Sonraları kütüphanede araştırma yaparken, 1800lü yılların ortalarında bir kasaba doktorunun notlarına denk geldi. Doktor amatör bir botanikçiydi ve gezerken gördüğü bitkileri ve bunların yetiştiği ortamları not etmişti. Doktorun listesindeki bitkiler ile grubun liderinin diktiği tohumlar birbiriyle örtüşüyordu.

Bu öyküde iki önemli nokta var: birincisi bitkiler yaşadıkları ve yaşamaya elverişli oldukları yerlere göre çok seçici olabilir. İkincisi ise araştırma ve gözlemler size hangi bitkileri nerelere yerleştirmeniz gerektiğini söyler.

Bizim çiftliğimizde kumlu bir bölgeye kır çiçeklerini diktik ve gerçekten de çok güzel bir sonuç aldık. Sonraki yıllarda öğrendim ki, şans eseri de olsa benim ektiğim kır çiçeği tohumları, kumlu toprağı seven türlerden seçilmişti. 

Thomas Wedel

ORIGINAL ENGLISH VERSION

For new readers, we are talking about the North American prairie and savanna environment.   “Prairie” is a French word given by their early explorers to the seemingly unlimited grasslands they found in the middle of the North American continent.  It means “a grassy meadow”.  “Savanna” refers to an area of scattered oaks growing in the prairie.  Different plants grow in the full sunlight of the prairie and the open shade of the savanna.

We have talked about the loss of native prairie from extensive plowing and grazing, and the lack of records as to the plant communities that were lost as a result of this.  We have also talked about the learning curve our family has experienced on our 161 hectare farm in southwest Wisconsin after having been introduced, however accidentally, to the idea of prairies.  
When we first planned to plant a 7.7 hectare field in prairie grasses twenty years ago, we were totally ignorant of the idea that there was once a sea of grasses, up to two meters tall, growing where our farm now is.  We did not have the knowledge to see or understand this.  Then, in studying how much of what kind of grasses to plant, we   learned that flowers made up a significant part of the prairie biome.  However, flower seed, being harvested mostly by hand, is very expensive, and we could only afford about a double handful of it.  In that handful were 12-14 different kinds of seed.  Our land is sandy, and in this field there was an area that would have made an excellent beach.  Not much was growing there, so that is where, in our ignorance, we scattered our flower seed.

My wife has wonderful ideas, and she bought a book with colored photographs of many of the most common prairie flowers.  We spent enjoyable times looking at it, and wondering how long before some of our seeds produced blooms.  The next summer, though, while walking down the drive toward the highway, (our house is a little over a half kilometer away from it) my wife excitedly pointed to a tall plant with a yellow bloom and said, “Cup plant!”  It was our first contact with an original (remnant) plant.


We had planted the field in grasses because the farmer who had been renting the land decided he no longer needed it.  But he still had cows grazing on our pasture, and continued for another six years, until 1998.  We were a bit concerned as to how we would like it with no cows to keep the pastures mowed.  Fortunately, we all loved it.  Now, if we wanted to go someplace on the farm and there was a fence in the way, we just cut it. At that time, the idea that there might be plants that had survived the cows never occurred to us.

Over the years, we have seen the land try to recover on it’s own.  The wetlands in the center of the farm had no flowers in 1972, when we bought it.  All you saw were hummock sedges.  A sedge is similar to a grass, and this kind makes “hummocks” which are round, third-meter high growths that are like stepping stones over the wet ground.  Now, you would never know they were there unless you tripped over one, the flowers are so thick.  Every year, flowers continue to expand their coverage. 

Before all this happened, I saw one lonely plant I had never seen before.  I looked it up, and it was a green rush.  Now, they are common.  Wetlands, we have learned, have the capabilities to restore themselves from the seeds stored in the soil, the “seed bank”.



The dry land is not so fortunate.  Over the years, we have learned to keep our eyes open for any plant that we haven’t seen before.  We have found several small patches of grasses, sometimes as solitary plants and, with this, all the major grass types are present as remnant plants, We have found many upland flowers, some that are not common, and one that is listed as endangered in the state of Wisconsin.  We have learned to rejoice over small discoveries. We have also found that, unless a guest is of like mind to ourselves, they have very little interest in our excitement.  It seems to them a patch of weeds.

We have some areas that have more remnant plants than others.  The problem we face there is whether to add seeds or to wait and see what may come up later.  Whether to actively “restore” or see what the land can do for itself.  In this, time is an element.  We have seen some grass plants appear seven years after the last cow grazed there.  As a reminder, unlike most European plants, prairie grasses and flowers have very deep roots, up to two meters and more.  If they are constantly grazed short, the roots don’t receive the nutrients they need and then they weaken and die.

In restoring the native habitat, the seed bank left in the soil by previous generations of plants is a prime source of new plants.  Some seeds can survive for many years.  But if a field is disturbed by continuous plowing, which might bring dormant seeds to the surface and convince them to sprout, death would follow with later herbicide spraying or cultivating.  This depletes the remnant seed bank and, after many years, there is nothing left. 

Your fields in Turkey have been being plowed for several thousand years.  Depending on how much spraying your farmers have been doing, some plants may have survived to produce seed, or the field margins may still contain remnant plants to provide a seed source.  We have found the latter to be true on our land. Several places have remnant plants growing in the former field edges, next to the adjoining woods.

In our research to learn how to restore the land, we discovered that an essential task is to do a genealogical study of the land.  In other word, find out what was there originally, and then try to recreate that set of plants.  We have found that, as I said in the first article, plants will live and thrive where they want to live. Planting pine trees where an oak forest once stood may succeed, but not as well as planting oaks.  It is also better to plant seeds from the local area, if they are available.  This is called using the local genotype, which means seeds that are native to that part of the land.  Here in the United States, if we are serious about it, we try to keep our seed sources within 150 kilometers of the planting site.  The reason for this is that plants will adjust over eons to local conditions- climate, growing season, etcetera.  We have one type of remnant plant growing on our farm, rough blazing star (liatris aspera), that we have also planted when restoring a prairie.  We bought the seed from a nursery within the distance from our farm I just mentioned.  I did not, however, specify that I wanted only local genotype seeds.  These plants bloom later than the ones native to our farm, and I deduce that they came from farther south.

In the case of land such as yours that has been cultivated or grazed for so long, you probably will have to go back to very ancient writings to find descriptions of what was growing there originally.  Even in our land, which has only been plowed for 150 years, the plant groupings were forgotten.  No one thought to notice (or that it was important) that the native ecosystem was being destroyed.  Where there were the best prairie grasses and flowers, the soil was mostly rich and deep, and so valued for crops.

The city of Chicago, in the state of Illinois, is one of the few cities in the world to have a city forest.  Berlin is another.  The Chicago forests were actually once prairie and savanna, but have been overgrown with weed trees and brush.  There is an active group of volunteers in Chicago, whose aim is to restore or rescue, depending on what plants remain.  They were restoring an area, by replanting, that had a grouping of oaks on it- a savanna.  This was early in the self re-education of the idea of prairies.  They planted their seeds in the open and under the oaks.  The ones under the oaks did not sprout.  They tried again with the same result.  The leader of the group then started walking along paths through the woods and noting the plants growing on the path edges, then started collecting seeds from them and making a list.  He planted the seeds under the oaks with many people objecting that he was experimenting and this should not be done.  The seeds germinated nicely. 

Later, as he was doing research in a library, he came across an account by a country doctor from the mid 1800’s.  The doctor was an amateur botanist, and had made a note of all the plants he saw on his rounds, including where they grew. His list of plants that grew under the trees matched the one created by the leader. 

This little tale has two points to it- one, plants can be very particular where they want to live and, two, research and observation can tell you which plants to put where.

As to our planting of flowers in the sandy area, I will report that they have done nicely.  In later years, I found that, by chance, the ones I selected were all fond of a sandy environment.

Hiç yorum yok: