27 Ara 2006

BÜYÜK ADAM



"Duvarı kendime siper ederim" diye düşündü genç adam... "Tamam muhtar, sonra görüşürüz" dedi.

Muhtar pos bıyıklı, esmerden daha da kara tenli bir adamdı. Bir kaç günlük sakalları beyazlamıştı. Başındaki şapkanın kenarları kir ve yağdan renk değiştirmişti. Şapkanın kenarından çıkan gür saçları da sakalının rengindeydi. Çakır gözlerini kısarak genç adama baktı, "Başka bi isteğin var mı beyim?" dedi.

Genç adama saygı duyduğu ses tonundan belli oluyordu. "Sağol muhtar" dedi genç adam, elindeki beyaz çantayı duvarın üzerine koyarak...

Muhtar genç adamın artık kendisine bakmadığını görünce yeniden yola döndü, kendisini bekleyen diğerlerine seslendi:"Sizin yerleriniz şu dönemeçten sonra!" Elindeki çifte tüfeği omuzuna asarak gruba katıldı.

Genç adam çantadan dikkatle tüfeğini çıkardı. Bu yivli bir tüfekti ve güneşe çıkinca kundagı parlıyordu. Omuzlayarak tüfeğin namlusunu gezdirdi genç adam...

Duvarın arkasına geçti. Duvar çok eskilerden kalma, antik bir bina kalıntısına benziyordu. Çantasından kalın bir bez çıkardı. katladı. Duvarın üzerine koydu, tufeği üzerine yerleştirdi. Bir de bu şekilde tufeği omuzlayarak çam ormanının içine doğrulttu. Görüş sağlam gibiydi.Belindeki kurşun kemerini ön tarafa getirdi. Dikkatlice kemerden aldığı kurşunları tüfeğin şarjörüne yerleştirmeye başladı. Bu işi bitirince şarjörü tüfeğin altındaki yerine taktı. Eliyle de hafifçe vurarak şarjörün yerleştiğini belirten o mekanik sesi duydu. Elinin iki hareketiyle de bir mermiyi namluya sürdü. Tekrar tüfeği kaldırarak beklemeye başladı.

Genç adamın yüzündeki ifadeden ne düşündüğünü anlamak mümkün değildi. Heyecan belirtisi de görünmüyordu. Giden grubun sesi bir müddet önce kesilmişti. Ormandan serin bir esinti genç adamın yüzünü oksadı.

Bamm! sesiyle bütün orman ürktü. Sürek başlamıstı.

Uzaktan köylülerin bağırısları duyuluyordu. Kuşlar ağaçların üst dallarına kaçıstılar. Genç adam tüfeğini tekrar kontrol etti. Tüfeğini sağ eline alarak gözünü ormanın derinliklerine dikti. Ormanda kesinlikle bir şeyler oluyordu.Uzaktan tanıdık sesler gelmeye başlamıstı. Bunlar kopoylardı. Kesik kesik havlamaları ormanın içinde yankılanıyordu. Birinin bıraktığı havlamayı diğerleri başlatıyor, bazen yavaş ve tek tek, bazen de uluma gibi hızlı hızlı havlıyorlardı.

Genç adam yerinin iyi bir yer olduğunu biliyordu. Muhtar onu o nedenle bırakmıştı bu dere kenarına.. Ormandan dere yatağını takip ederek kaçacak olan domuzlar muhakkak bu yolu atlamak zorundaydı. Yola çıktıklarında ise atış yapacak kadar açık bir alan ve mesafe kalıyordu. Genç adam kolay olacağını biliyordu. Tecrübeliydi.

Birden önünden bir tilki fırladı yola... Genç adam refleks ile silahını hemen doğrulttu ama tüyleri yeni griden kızıllasmaya baslayan tilkinin dere aşağı kaçmasına izin verdi. Başını tüfeğin üzerinden kaldırmamıştı. Tilkiyi yerinden eden bir şey olmalıydı. Kalbinin atışlarının hızlandığını hissediyordu. Parmağı tetiği okşuyordu. Tüfeğin emniyetini açtı.

"Caaak caaak" sesiyle havalanan kestane kargası genç adamın yüreğini hoplattı. Önündeki yola bakan kısa boylu çamlar sallanmaya başlamıstı. Çok değil yirmi metre önündeki çatırtıları duyuyordu genç adam.Çatırtılar yaklaştı ve birden kesildi.

Toprak yola birden şişman bir dişi domuz çıkıverdi, etrafına bakmadan önündeki dere yatağına doğru koşmaya başladı, arkasından da çizgili bedenleriyle mozaları göründü. Onlar da annelerine yetişmek için ellerinden geldigince hızlı koşuyorlardı.

"Daan!" sesiyle anne domuzun burnunun üstüne kapaklanması bir oldu. "Daan!" Şakırtılar arasında üçünçü silah sesiyle birlikte yerde biri anne domuz, ikisi ise yavrusu olmak üzere üç adet domuz yatıyordu.Diğer yavrular ise çalılığa kaçmışlardı.

Genç adam bir müddet tüfeğinin üzerinden kalkmadı. Ormanın içinden çılgınca bağıran köpeklerden başka ses gelmiyordu. Doğruldu, tüfeğini emniyete aldı. Duvarın arkasından çıktı, domuz ölülerine doğru ilerledi. Domuzlar kurşunu yedikleri anda ölmüşlerdi. Yolda ince ince kanlar akıyordu.

Muhtar yanında iki köylüyle koşa koşa geldi. Genç adam bir sigara yakmış, şapkasını çıkarmıştı. Elinde fotoğraf makinesiyle domuzların fotoğrafını çekiyordu. Domuzları kaldırmaya veya kanlı yerlerini saklamaya lüzum görmemişti.

Muhtar; "Beyim iyi etmemişsin be!" dedi. Yanındaki köylü atıldı: "Neden iyi etmicekmiş be muhtarım?" "Bizi kaç senelik yükten kurtardı, kimbilir daha kaç bela doğuracaktı bu mundar hayvan!"

Köylü kendini alamadı, gitti domuza bir tekme attı. "Ne bileyim ben" dedi muhtar... "İnsanın içi acıyor işte... Doğru ya senin dediğin de.."

Sigarasını bitiren genç adam; "Hadi muhtar, bırakın lafi da boşaltın şunların içini" dedi. Köylüler bıçaklarını çekip mozaları bacaklarından çektiler, karınlarını yarmaya başladılar. Zengin olduğu her halinden belli olan avcı cep telefonuyla konuşuyor, arazi arabasını getirmelerini ve soğutucuyu hazırlamalarını istiyordu.

Araba gelince iki adam büyük arazi aracından indi. Ellerine birer içi boşaltılmış ve poşetlere konulmuş küçük domuz alarak arabaya koydular. Köylülerden birisi "Bu anasını ne yapalım beyim?" dedi. Avcı tufeğini çantasına koyuyordu. Dönmeden "Atın gitsin" dedi.

Muhtarı yanına çağırdı. Arabanın arkasındaki iki koliyi gösterdi. "Birisi senin, birisi köylünün..." dedi. "Kopoyların sahibine kıyak geç, tamam mı muhtar?" "Tamamdır beyim, Allah razı olsun" Muhtarın esmer yüzü gülüyordu. Köyü fakir bir dağ köyüydü. Üzerindeki elbiseler ve ayağındaki botlar hep genç adamın hediyesiydi.

Avcının her gelişi hem köylüleri şu zararlı hınzırlardan kurtarıyor, hem de avcının yanında çeşit çeşit hediyeler geliyordu. Genç adama yaklaştı, "Beyim içeride bir azaksız kaldı, biliyorsun" dedi. "Bu başbelasını ne zaman halledecen?"

Genç adam muhtara döndü, muhtar bir sonraki ziyaretini iple çekiyordu. "Kısmet" dedi gülerek... " Şimdi işim var, İzmir'e dönmem lazım. Ben seni ararım cepten" dedi. Muhtar "Beyim sofra hazırlamıştık evde ... Valla bırakmam" diyecek oldu. Genç adam yine hafifçe gülümsedi, "Sağol muhtar, bir daha ki sefere..." dedi.

Büyük arazi arabası gürültüyle dağ yolundan inerken köylüler domuzu dere yatağına yuvarlıyorlardı. Muhtar arabanın arkasından baktı: "Büyük adam be!" diye mırıldandı kendi kendine....

Mehmet Ekizoğlu

Hiç yorum yok: