Zeytinyağının tadında çocukluğuma yolculuk
Bir zeytinyağı tattığınızda ne hissedersiniz? O buruk aromasize neler hatırlatır? Benim yıllar önce küçük bir Ege kasabasında, zeytin ağacının etrafında şekillenen çocukluğum, hala bir zeytinyağı tattığımda aklıma geliyor.
Babaannemin kabusu
Babaannem her zeytinyağı sezonuna şu bakış açısı ile
başlardı: “Yiyeceğimiz kadar çıksın da...”
Her yıl yiyeceğimiz kadar zeytinyağı çıkardı, çok şükür ama
ya bir de çıkmasaydı? Herhalde onun kabuslarından birisi buydu. Pazardan
zeytinyağı almak zorunda kalmak. Bir diğer kabusu da fırında ekmek bitmesiydi. Belki
de bu yüzden, en yok yıllarında bile babam evde kalan zeytinyağının bir kısmını
babaanneme ayırırdı. İlçede pazar kurulan Çarşamba günleri, evin her zaman açık
sokak kapısından içeri dilenciler girerdi. Yanlarında her zaman bir sepet ve
bir kaç şişe taşıyan bu dilencilere bazen çörek ekmeği, bazen de zeytinyağı verilirdi.
Para verildiğini hatırlamıyorum.
Beş kişilik bir aile olarak bir haftada, hadi bilemediniz on günde bu zeytinyağı bitiyordu. O nedenle, babaannem kendisi başka kaynaklardan da arada alırdı.
Sabahları kesik yağlaması
Zeytinyağı ile hem sebze yemekleri yapılır, hem kızartma yapılırdı.
Sabahları da süt kesiğine bolca zeytinyağı dökülür, bir domates doğranır, biraz
da kırma zeytin konuldu mu, kahvaltı için ekmekten başka bir şeye ihtiyacınız
kalmazdı. Bir dilim taş fırında pişmiş çörek ekmeği ile iyice doyulurdu.
Kesik yağlaması olmazsa, çılbır da zeytinyağı ile yapılırdı
muhakkak. Hiç bir şey yapamadıysanız toz biberi zeytinyağında kızdırır ve ekmek
banarak yerdiniz.
![]() |
Fotoğraf: Yenipazar Belediyesi |
Tavuklar birbirini gagalayıp kanatınca, yaraya zeytinyağı
dökülürdü. Kulak ağrısına kulağa zeytinyağı emdirilmiş pamuk tıkanırdı. Gıcırdayan
kapılara, sıkışmış vidalara, temizlenecek paslı demirlere bile zeytinyağı
dökülürdü. Bebek bakımına hiç girmiyorum.
Dağdaki zeytinlik
Bizim zeytinliğimiz dağdaydı. Dağın belki de en kayalık, en dikenli zeytinliğini satın almıştı babam. Zeytin ağaçlarımız çok güzeldi ama. Bizden önceki sahibi, zeytinlik sarp bir yamaçta olduğu için yapabildiği kadar, tüm zeytin ağaçlarını teraslara dikmeye çalışmıştı. Bilenler bilir, arazi çok dik ise, bulabildiğiniz taşlardan kısa duvarlar yaparak suni düzlükler oluşturursunuz ve zeytin fidanlarını bu küçük düzlüklere dikersiniz. Böylelikle zeytin fidanlarının dibi su tutar; erozyona maruz kalmaz ve toplarken de düzlüğe bir yaygı serersiniz ve zeytini toplaması kolay olur.
Bizim teraslar olsa da, dağ o kadar dik ve engebeliydi ki,
terasların duvarları mecburen çok yüksekti. Bir terastan diğerine geçerek yavaş
yavaş yukarı çıkan bir patika vardı. Ama bu nedenle değil, başka bir nedenden
dolayı, zeytin toplanırken önce en aşağıdaki ağaçlardan başlanırdı. Sebebi de
herhalde daha kuytuda olan aşağıdaki ağaçların erken meyve vermesi ve zeytinlerin
erken kararmaya başlamasıydı. Eğer salamura, kırma ve dilme, şimdilerde buna
çizik deniyor, zeytin yapacaksanız acele etmeniz gerekirdi. Yeşil zeytinler
siyahlaşmaya başlayınca, önce sıyırmaya giderdik. Teraslardaki zeytin
ağaçlarının alt dallarındaki ve uzanabildiğimiz her daldaki zeytinleri, mümkün
olduğunca yere düşürmeden sıyırırdık. Bu zeytin, sırık aşamasından önce,
yaralanmayan berelenmeyen zeytinlerden olduğu için kıymetliydi. Eğer yeşil ise
kırıp bidonlarda tatlandırırdık.
Yarım tatlanmış bir zeytinin tadı hiç bir şeyde yoktur. Eğer
bir cennet tadı varsa bence bu tat, yarım tatlanmış ve zeytinyağı dökülmüş zeytinin
tadıdır. Sabah kızarmış ekmek ve tulum peyniri ile yiyeceğiniz kırma zeytinin
buruk tadı, bütün gün damağınızda kalır.
Siyah zeytin, bize göre yağlık zeytindir. Bu tabii ki,
sofrada yenmeyeceği anlamına gelmez ama yeşil zeytin varsa kimse siyah zeytin
yemez.
Dağda ateş yakmak
Zeytin toplama zamanı benim için hem eğlenceli, hem de zor
zamanlardı. Başka şeyler yapmak mümkünken, dağa gidip sert esen ve üşüten
ayazda zeytin toplamak biraz moral kırıcı oluyordu. Ama bütün aile zeytin dağına
hevesle tırmanmaya başladığında bu his kaybolur ve elimize verdikleri sepeti
doldurmaya başlardık. Tek tek elimizle sepete attığımız değişik renklerdeki
zeytinlerle hiç zaman geçmiyor gibi hissederdik. Yıllar gibi gelen saatlerden
sonra öğlen olduğunda, annem sepetini bırakarak bohçaları açardı. Benim en
sevdiğim iş, ateş yakmaktı. Etraftaki çalı çırpı ile kolayca alev alan küçük
ocağımız, hepimizi iyi hissettirirdi. Evden getirdiğimiz ekmekler ateşin
kenarında ısınırken, közlere biberler konulurdu. Bir yandan ısınan, akşamdan
pişirilmiş yemekler açık havada inanılmaz lezzetli gelirdi. O günlerden en çok
bamya ve pırasa yemekleri aklımda kalmış. Ateşin başına en son gelen babam,
hızlıca yediği yemeğinden sonra bir sigara yakardı.
.png)
Öğleden sonraki bölüm ise uzadıkça uzardı. Bir an önce eve dönmek isteyen ben ve kardeşimi tutmaya çalışan annem, sürekli yalandan planlamalar yapardı. “Bak, şu iki ağacı bitirince işimiz bitecek” derdi ama o iki ağaç bir türlü bitmezdi. Günün sonuna doğru yaklaşınca, dolan zeytin çuvallarının ağzını bağlayan babam, birer ikişer bunları aşağı indirip motorsikletiyle yağhaneye götürürdü. Zeytin çuvallarını taşımak, ağzını bağlamak ve onları motorsikletin birer tarafına sıkıca bağlamak, başlı başına zor bir işti. Neyse ki, yağhane bizim zeytinliğe yakındı. Biraz büyüyünce zeytin çuvallarını yağhaneye ben götürür oldum. Bu görev benim zeytin günlerimi biraz renklendirdi. Çuvalları devirmeden yağhaneye götürmek, orada sıra beklemek ve deftere yazdırmak, dağa geri dönmek epey zamanımı alıyordu. Bu şekilde yağhanelerin ağır kokusuna alışmış oldum. Yağhaneler zeytin karasuyunu dereye bıraktığında, bunun normal bir şey olduğunu düşünürdük. Nasıl olsa, en önemli şey zeytinyağı idi. O da atık suyunu nereye dökecekti ya? Yıllar sonra bunun bir çevre suçu olduğunu öğrendim.
Babaannem, evde bekleyip biz gelince sorular sorardı, hangi
ağaçta ne kadar vardı, sırıkla zeytin silken işçi kaç lira aldı, bugün kaç
çuval çıktı, geçen sene kaç çuvaldı vs vs. Akşam yemeğinde bu sohbet, ne yazık
ki yorgunluktan uzun süremezdi. Herkesin ertesi güne hazırlık için yapılacak
işi vardı ve bizim de erkenden uykumuz gelirdi.
Son tat
Babaannem bir gün, ölüm döşeğindeki bir komşusuna giderken
yanına iki şey aldı. Yeni sıkılmış zeytinyağı ve kuru incir. İnciri bölüp
yarısını zeytinyağına batırdı ve artık pek bir şey hissetmeyen yaşlı komşusunun
dudağına, diline değdirdi. Onun muhtemelen bu dünyadan aldığı son tat, bu oldu.
Şimdi, dünyanın her ülkesinden, her yöresinden gelen değişik
zeytinyağlarını hevesle ve ilgiyle tadıyorum. Hepsi ayrı güzel ve hepsi beni
alıp çocukluğuma, zeytin dağımıza götürüyor.
Mehmet Ekizoğlu