10 Ara 2009

KUŞ SALIMI HAKKINDA

Ülkemizde uzun yıllardır yaban hayatı idarecileri ile avcılık çevrelerinde bir kuş salımı konusu meselesi gündemde tutulmaktadır. İlgili yaban hayatı idaresi yıllardır faaliyet raporlarında salınan kuş sayıları ile göz doldurmaya çalışmakta, avcılık çevreleri ise hem daha fazla kuş salınmasını istemekte, hem de kendilerinin de katıldığı kuş salımı törenleri ile kamuoyu önünde yer edinmektedirler.

Ülkemizdeki kuş salımı çalışmalarında önceliğin, kınalı keklik (alectoris chukar) ve sülün (Phasianus colchicus) kuşlarına verildiği görülmektedir.

Örnek avlak uygulamalarında ise, doğal türlerin avlanacak sayıda olmaması halinde, hem doğal türlerin avlattırılması, hem de “üret-sal-avlat” modelinin kombine bir şekilde uygulandığı anlaşılmaktadır.

Öte yandan gerek ülkemizdeki salım uygulamalarında, gerekse diğer ülkelerdeki yaban hayvanı salımların etkinlik, salımların yararı ve ekonomik olup olmadığı konusundaki tartışmalar hiç duracak gibi görünmemektedir. Ülkemizde özellikle sülünün salımının uzun yıllardır devam etmekte olmasına karşın, henüz genel avlaklarda avlanabilecek türler arasında yer almamasının, kuş salımlarının etkin olup olmadığı yönündeki kuşkuları destekler bir veri olduğu açıktır.

Salım ifadesinin Türkçe literatürde hem kapalı alanlarda, bundan sonra kolaylık açısından kümes diyelim, yetiştirilen hayvanların doğal ortamlarına salınmasını; hem de doğal ortamlarından alınan yaban hayvanlarının çoğaltılmak istenen diğer doğal ortama taşınmasını içerdiğini de bir kenara not edelim.

Halbuki, yaban hayvanlarının bir ortamdan alınıp, araştırılmış diğer bir ortama nakledilmesi ve böylelikle ikinci doğal ortamda populasyonun gelişmesinin sağlanması olarak özetleyebileceğimiz uygulama, yabancı literatürde “yerleştirme” olarak çevirebileceğimiz şekilde adlandırılmakta ve farklı değerlendirilmektedir. Bu örneklerin ayrı bir yazı konusu olduğunu ve aslen tür yönetim uygulamalarının başarı oranının çok yüksek olmasını belirtmekle yetinelim.

Bu yazının çerçevesi içerisinde, salım derken kastettiğimiz sadece kümeste yetiştirilen hayvanların doğal ortamlara bırakılmasıdır. Bu yazıda yerel literatür ile yabancı literatür arasında ortak alanı çok olan sülün salma çalışmaları konu edilmektedir.

Hayatta kalma oranı

Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü internet sayfasında yer alan Mustafa Kantarlı’ya ait bir çalışmaya göre(1), “Yapılan etüt-envanter çalışmaları herhangi bir alana salınan keklik ve sülünlerin sadece % 20 sinin” hayatta kaldığı belirtilmektedir. Buna karşın, yabancı literatürde “ortalama salımın ilk haftasında salınan kuşların %60’ının hayatta kaldığı; salımdan bir ay sonra %25’inin hayatta kaldığı, araştırmalarda kış sonunda genelde hayatta kalma oranının %5 olduğu”(2) belirtilmektedir. Kantarlı’nın çalışmasında süre ve mevsime göre detay bulunmamaktadır. Çalışmanın başka bir amaca yönelik olarak yazılmış olmasının, bu yönde ayrıntı verilmemesinin nedenleri arasında olabileceği düşünülmektedir. Buna karşın, kümesteki beslenme, barınma ve ısınma koşullarından sonra doğaya salınan sülünlerin hangi mevsimde doğaya salındığı ve ne kadar bir süre sonra hayatta kalma oranının ölçüldüğü hususları büyük önem taşımaktadır. Kış şartlarının, salınan hayvanların hayatta kalma oranını büyük ölçüde azalttığı ortadadır.

Yine de gerek ülkemiz etüt-envanter çalışmalarına göre bulunan %20 rakamı, gerekse bazı yabancı kaynakların üzerinde birleştiği %5 rakamı salımın sonuçları ve etkinliği hakkında şüphe duymamıza neden olmaya yeterlidir.

Yırtıcılar ve beslenme sorunu

Sülün salımından sonra ortaya çıkan populasyon azalmasında genel olarak iki faktörün suçlandığı görülmektedir: Avlanma ve yırtıcı hayvanlar. Ülkemizde genel avlaklarda sülün avı yasaktır. Buna karşın, doğaya salım ile birlikte avcılık kulüpleri ile birlikte çalışmalar yapılmakta ve kaçak avcılığa karşı eğitimler düzenlenmektedir. Avcılık kulüplerinin genel olarak üyelerini bu yöndeki kaçak avcılığa karşı denetlediği düşünülmektedir.

Buna karşın, yine yabancı literatürde ölen kuşların %90’ında ölüm nedeninin yırtıcı hayvanlar olduğu belirtilmektedir. Bunun nedeni açıktır. Kümeste yetiştirilen hayvanlarda yırtıcılardan kaçma güdüsü gelişmemiştir. Bundan başka kümeste yetiştirilen kuşlar, habitattaki çalı, ağaç, uzun otlar gibi doğal unsurların yırtıcı hayvanlardan saklanmak amacıyla nasıl kullanılacağını öğrenmemişlerdir. Sonuçta, tilki, çakal ve yırtıcı kuşlar salımın ilk günlerinden başlayarak bu “kolay avları” tüketmektedirler.

Salınan hayvanların ölümlerindeki bir diğer etmen ise doğal yollardan beslenmenin öğrenilememesidir. Kümeste yetiştirilen hayvanların ilk anda doğada yiyecek arayıp bulması ve hayatlarını devam ettirecek şekilde beslenmesi mümkün olamamaktadır. Araştırmalar, yiyecek bulmayı öğrenme sürecinin ise 3 haftayı bulduğunu göstermektedir. Bunun sonucu olarak bir çok birey de açlıktan ölmektedir.

Bir çok yönetici ve avcılık kuruluşu temsilcisi, durum bu ise salımdan önce yırtıcı mücadelesi yapılması gerektiğini düşünmektedir. Mücadeleden maksat, kuş salımından önce bu kuşları yemesi muhtemel yırtıcı hayvanların öldürülmesi veya başka bir alana taşınmasıdır. Mevcut yasa ve avcılık kurallarının bu uygulamaları yasaklamış olmasının ve yırtıcı mücadelesinin zor ve maliyetli bir iş olmasının yanısıra, araştırmalar da göstermiştir ki, yırtıcı hayvanların elimine edilmesi salınan kuşların hayatta kalma oranlarını artırmamaktadır(3). Bu nedenle, modern yaban hayatı idarecileri yırtıcıları ortadan kaldırmaya çalışmamakta, ancak yırtıcıların bu kuşlara zarar vermesi olasılığını azaltmaya çalışmaktadır. Bunun için yırtıcı telleri ve alıştırma kafesleri gibi uygulamalar bulunuyor olsa da en etkili önlemin kuşların saklanabileceği doğal ortamların oluşturulması ve artırılması olduğu tespit edilmiştir. Yırtıcı kuşların verebileceği zararın büyük ölçüde bu şekilde azaltılması mümkündür. Habitat koşullarının iyileştirilmesi ile yırtıcıların vermiş olduğu zararın toplamda %80 oranında azaltılabileceği ortaya çıkarılmıştır.

Avlanma için salım

Ülkemizde devlet birimlerince uygulanmasa da, dünyada pek çok idare ve özel kişiler avlanma amaçlı av kuşu salımı yapmaktadırlar. Bu uygulamalarda asıl amaç salınan kuşların doğada tutunması ve üremesi olmadığı için genelde avcıların alana girmesinden kısa bir süre önce salım gerçekleştirilmektedir. Bu şekilde avcıların avdan aldıkları tatmin oranı artmakta ve av köpekleri de sezon dışında formda tutulmaktadır. Sözkonusu uygulamanın doğal hayat üzerinde oluşturduğu baskının kısa süreli ve kontrollü bir alanda olması nedeniyle doğal hayat üzerinde etkili olmadığı anlaşılmaktadır. Çoğu durumda doğal kuş populasyonları üzerinde olabilecek av baskısının azalmasına neden olan özel salımlar, yine çok az hayatta kalma yüzdeleri ile sonuçlanmakta ve doğal populasyonları desteklememektedir.

Kuş salımı zararlı olabilir mi?

Kümeste yetiştirilmiş kuşların doğal ortamlara salınmasında çok bir fayda olmadığı artık genel geçerlik kazanmış bir olgudur. Bununla beraber bazı salımlarla ilgili olarak elde edilen bulgular, bu salımların öngörülmedik zararlara yol açabileceğini öne sürmektedir.

Salınan kuşlar ile doğal kuş populasyonunun genetik yapısının bozulması, genetik çeşitliliğinin azalması veya doğal kuş populasyonları ile etkileşimleri sonucunda “yabanlığında” azalma meydana gelmesi mümkündür.

Bir başka endişe kaynağı da, salınan bölgede bulunan yırtıcıların bu kuşları yemesi ile birlikte diğer küçük memeliler ve kemirgenlerinden oluşan normal diyetlerinde değişikliğe giderek tamamen kuşlar üzerinde yoğunlaşmalarına neden olabileceğidir. Bu da doğal ortamda bulunan yabani kuşların da daha fazla yırtıcı tehdidine maruz kalması anlamına gelecektir.

Son olarak, kümeste yetiştirilerek salınan kuşlar ile doğal ortamda bulunan yabani populasyona bulaşacak olan hastalıklar, uygulamanın maliyetinden daha fazla zararlar ile sonuçlanmasına neden olabilecektir.

Sonuç ve öneriler

Her ülkede olduğu gibi ülkemizde de kamu kaynakları kısıtlıdır. Ülkenin sosyal ve ekonomik refahı için harcanan her fazla TL’nin vergi verenlerin fedakarlığı olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Bu nedenle, doğal ortamlarda yaban hayvanı populasyonlarının sağlıklı ve sürdürülebilir bir şekilde bulunmasını temin etmek için harcanan olanakların yerini bulabilmesi, yani gerçekten de yaban hayvanı sayısını artırabilmesi için mevcut bilimsel veriler göz önünde bulundurulmalıdır.

Günümüzde yapılan araştırmalarla, kapalı yerlerde yetiştirilmiş kuşların doğal ortamlara salınması uygulamasının, uzun vadede yaşayan ve üreyen bir yaban hayvanı populasyonu oluşturmakta başarısız olduğu ortaya konulmuştur.

Yetiştirilmiş hayvanlarının salınmasından ziyade, yaban hayvanlarının yakalanarak arzu edilen uygun doğal ortamlara yerleştirilmesi yönteminin hem daha ekonomik, hem de daha başarılı olduğu açıktır.

Yapılacak olan yerleştirme çalışmalarından önce yaban hayvanlarının barınması, saklanması ve yiyecek ihtiyacını giderebilmesi için gerekli habitat koşullarının düzenlenmesi, mevcudun iyileştirilmesi, bu çalışmaların olmazsa olmaz şartlarındandır.

Bölgede yapılacak olan çalışmalar, bölgenin arazi koşulları, doğal bitki örtüsü, tarımsal potansiyeli ve tarımdaki uygulamalar (pestisitler, tarımsal ilaçlar vb.), yırtıcı varlığı ve özellikleri ile avcılık davranışlarını kapsamalıdır.

Kuş üretimine ve salımlarına harcanan paralarla yukarıdaki çalışmaların kolaylıkla yapılabileceğini söylemek çok aşırı bir yargı olmayacaktır.

Yararlanılan kaynaklar:
____________________

1- “Keklik, sülün ve tavşan için tesisi düşünülen örnek avlakların planlama ve işletme esasları”, Kantarlı, Mustafa, Orman Yüksek Mühendisi, AvDoğa Dergisi 43 ve 44. sayılar.
2- “Stocking - An Ineffective Management Tool”, Pheasants Forever Fact Sheet, Minnesota, 2007.
3- “Effect of Predator Removal on Ring-Necked Pheasant Populations in Utah”, Frey, Shandra Nicole, Utah State University, 2001.
4- “Draft Ring-Necked Pheasant Management Plan for Pennsylvania 2008-2017”, Pennsylvania Game Commission, Bureau of Wildlife Management.
5- South Dakota Division of Wildlife internet sitesi, “Pheasant Management in South Dakota”, inceleme tarihi Aralık 2009.

18 Kas 2009

HERKES İÇİN YABAN HAYATI

Yaban hayatı nedir?

Yaban hayatı bilimsel yayınlarda genellikle ve geniş anlamıyla, insan kontrolü dışında yaşayan canlıları ifade etmektedir. Bilimsel anlamı ile düşünüldüğünde bu kavram içerisine, kuşlar, sürüngenler, memeliler, deniz canlıları ve böcekler (bir yaklaşıma göre yaban bitkileri de) dahil olmak üzere bir çok canlı ailesi girmektedir. Yine buna göre bizim gibi bilim ile doğrudan uğraşmayan kişiler için yaban hayatının ifade ettiği kuşlar ve memeli hayvanlar anlamı biraz dar kalmaktadır.

Kime göre?

Biz derken, sokaktaki vatandaş olmasa da, yaban hayatını okulunda okumamış ancak ilgisi, hobisi veya sevgisi gereği (ya da bunların tümü birden) yaban olan şeylere ilgi duyan kesimi kastediyorum. Bu kesim içerisine, çevreciler, avcılar, kuş gözlemcileri, doğa fotoğrafçıları ve daha bir çok meraklılar girmektedir. Görüldüğü gibi, bilimsel olsun ya da olmasın, yaban hayatına ilgi duyanlar oldukça geniş bir yelpazede yer almaktadır.

Herkesin yabanı kendine midir? Örneğin kuş gözlemcisine göre bir saka kuşu karlı bir günde yaban hayatının en ilgi çekici ya da önde gelen temsilcilerinden birisi olabilirken, aynı günde bir avcı için bu temsilci, kar üzerinde belirgin ayak izleri bırakarak dolaşan bir tavşan olabilmekte; doğayı bir objektiften görmeyi sevenler için kelebekler ne kadar ilginç görünüyorsa, çok nadir görülen bir kelebek diğer kesim yaban hayatı tutkunlarında aynı derecede heyecan uyandıramayabilmektedir.

Yorucu bir günün sonunda, av hayvanlarını görüp de bunlardan herhangi birini avlayamamış olan avcılardan çoğu zaman "en azından yaban hayatını gördük" anlamında cümleler duymuşumdur. Buna karşın, böceklerin gizli yaşamına ilgi duyanlar için heyecanlanmak için bu kadar yol gitmeye ve gözleri yormaya gerek yoktur. Onlar için arka bahçede yaban hayatı en büyük belgesel filminin setini kurmaktadır.

Yurtdışında bulunduğum bir sırada, eski dergilerin satıldığı rafları karıştırırken BBC’nin yaban hayatı ile ilgili dergisinin eski sayılarından birisini bulmuştum. Tamamen orangutanlara ayrılmış olan bu sayı, yaban hayatı denince sülün ve geyik fotoğrafları bulmayı bekleyen beni pek bir hayal kırıklığına uğratmıştı.

Peki ya suda yaşayanlar?

Balıklar da yaban hayvanı mıdır? Hayvan derken sadece kara hayvanlarını kastedenleri ayıralım. Önemli sayılabilecek bazı ayrımlarda balıklar yaban hayatı kavramının içerisinde yer almamaktadır. Örneğin Amerika Birleşik Devletlerinin konuyla ilgili kuruluşunun adı belirlenirken, U.S. Fish and Wildlife Service (Birleşik Devletler Balıkçılık ve Yaban Hayatı İdaresi) gibi bir isim konularak denizde yaşayan hayvanlar, yaban hayatından ayrıymış gibi düşünülmüştür[1]. Daha doğrusu Yaban Hayatı İdaresi olarak düzenlenen yasayı onaylarken, zamanın Amerikan Başkanı Franklin D. Roosevelt, su canlıları ile iştigal eden bilim adamlarının ve biyologların gönlünü almak için isme bir de “Fish” eklemeyi uygun bulmuştur.

Ülkemizde de durum bu şekildedir. Hatta daha da gariptir. ABD’de en azından iç sularda yaşayan yaban canlıları ile karada yaşayan yaban hayvanları aynı idarenin yönetimindedir. Ülkemizde ise kavramlarda bile sorun vardır. Ülkemizde suda yaşayanlara “su ürünleri” denilir. Yabani alabalıkları üreten birisi olmadığına ve olmayacağına göre bu kavram, suda üreyenler gibi müstehcen sayılabilecek bir anlama mı atıfta bulunmaktadır? Tabii ki öyle olduğunu zannetmiyoruz.

Suda yaşayan canlıları, kereviz, ıspanak gibi ürün olarak düşünen büyüklerimiz bunlara su ürünleri adını vererek ilgili canlıların idaresini Tarım ve Köyişleri Bakanlığımıza vermişlerdir. Böylelikle diğer yaban hayatı ile ilgilenen Bakanlığımızdan farklı bir de Tarım ve Köyişleri Bakanlığımız bulunmaktadır. Bu nedenle bizde daha garip diyorum.

Av ve Yaban Hayatı İdaresi

Peki ülkemizde “su ürünleri” dışında kalan yaban hayatı için durum nedir?

Kanun ile ülkemizde doğa ve yaban hayatı konuları Çevre ve Orman Bakanlığı görev ve yetki alanına verilmiş bulunmaktadır. Bakanlık yaban hayatı ile uğraşma işini, DKMP şeklinde kısaltılan, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü ile halletmektedir. Bu halletme ifadesini biraz alaylı bulabilirsiniz. Lütfen bir daha düşünelim.

Ülkemizde tüm doğanın korunması gibi geniş bir konu ile hem arazi olarak büyük, hem de yönetimi zor milli parklar konusu birlikte, bu hem bütçesi dar, hem de elemanı az Genel Müdürlüğün görev ve yetki alanında bulunmaktadır.

Genel Müdürlüğümüz; av hayvanlarının envanterinin çıkarılması ve izlenmesi, sokak hayvanlarının izlenmesi, diğer hayvanları korumaya ilişkin mevzuat hükümlerinin yerine getirilmesi, av turizminin yönetilmesi, örnek avlaklar kurulması, ihalesi ve işletilmesinin denetimi, hayvan deneyleri işleri, milli parklarla ilgili işler, tabiat parkları ile ilgili görevler, tabiatı koruma alanları, ülkemizin sulak alanlarının korunması ve yönetimi, konuyla ilgili uluslar arası sözleşmelerin uygulanması, mesire yerlerinin yönetimi gibi işlevleri yerine getirmekle görevlidir[2].

Görüldüğü üzere, sözkonusu Genel Müdürlüğe yüklenen görev ve sorumluluklar, bir Bakanlığın bir Genel Müdürlüğünü aşan, belki de ayrı ve daha kapsamlı imkanlara sahip bir kurumun varlığını gerektiren işlevlerden oluşmaktadır.

Genel Müdürlük çalışanları bir yandan bir yaban hayatı biyologu gibi çalışarak yaban hayvanı envanteri çıkarırken, aynı zamanda bir hukukçu gibi çalışarak Kamu İhale Kanununa uygun ihale yapabilmek için gayret sarf etmektedirler. Merkez teşkilattaki bürokratik işlemlerin ve yapılması gereken koordinasyon görevinin yeterince ağır ve yorucu olmasının yanısıra arazideki kontroller, taşra görevleri, denetim ve uygulamalar da aynı görevlileri bekleyen diğer işlevlerdir.
Buradan hareketle, son derece zengin bir biyolojik çeşitliliğe sahip ve birbirinden çok farklı habitatlarda, paha biçilmez nitelikte ender yaban hayatına sahip ülkemizin bu alanda olması gerekenden çok daha az ilgiyi, bütçeyi, harcamayı ve desteği vermekte olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz.

Adetten olduğu üzere, Batı ülkelerinde bu tür işlevlerin, nispeten özerk yapıya sahip, geniş yetkili, personel ve mali olanaklar açısından tam donanımlı ayrı kurumlar tarafından yerine getirildiği hususunun bir kere daha altını çizmek isterim.

Uzun süredir yaptığımız gibi, ters giden her şey konusunda devleti eleştirmek geleneğimize bir nefes ara verip, Genel Müdürlüğümüzün imkanları ölçüsünde bu kadar hizmet verebildiğini ve personelinin elinden gelenin en iyisini yapmakta olduğuna inandığımı söyleyerek mevzuyu kapatayım.

“Yaban eksikliği”

Yaban hayatı ülkemizde artık gitgide daha çok insanın ilgisini çekmektedir. Ne var ki, bu ilgi artışı, şehirleşme hızının ve buna bağlı insanlarımızın doğadan kopuşunun yanında pek zayıf kalmaktadır. Çevre sorunlarına gereken önemin verilmemesinin, hayvanlara karşı şiddet olaylarının artmasının, gençlerin eğitiminde dikkat sorunlarının, madde bağımlılığında ve sosyal uyumsuzluklardaki artışın nedenleri arasında “doğa eksikliği” olarak özetleyebileceğimiz, endüstri devrimi sonrası metropol yaşam tarzının olduğu sosyologlarca kabul edilmektedir[3].

Devlet yetkililerimizin, ülkemiz gençliğinin ellerden kayıp gitmesine neden olan bu olumsuz trend konusunda tedbirler alması gerekmektedir. İlginç bir şekilde, yaban hayatı korunmasının ve idaresinin önemsenmesi aynı zamanda, gençlerin eğitiminde daha sağlam temellerin esas alınmasını ve sosyal yapımızı kemiren olumsuzlukların tedavisinde yeni yollar keşfetmemizi de sağlayabilecektir.
Örneğin, sulak alanlarımıza daha fazla ilgi, personel ve bütçe sağlayabilecek olan devletimiz, bu yolla gençlere doğaya daha fazla imkanı verebildiğini ve bedenen ve zihnen sağlıklı, düzgün düşünme ve değerlendirme yetisine sahip gençlerin yetiştirilmesinde de önemli bir adım atmış olacaktır. İster eline çifte alsın, isterse fotoğraf makinesi, doğada yabanı arayan gençler bir yandan da doğru karakteri arama yoluna girmiş olacaklardır.

Gönüllü kuruluşlarımız da çabalarını ve imkanlarını yönlendirebildikleri ölçüde geleceğimize katkı yaptıklarını fark edeceklerdir. Bu bakımdan sivil toplum kuruluşlarının, avcı kuruluşlarının, doğa derneklerinin, kuş gözlem gruplarının “daha fazla yaban” için çabalarını seferber etmelerinde büyük yarar olduğunu düşünüyorum.


-----------
[1] http://www.usfws.gov/ ABD Balıkçılık ve Yaban Hayatı İdaresi web sayfası.
[2] http://www.milliparklar.gov.tr/ Çevre ve Orman Bakanlığı, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü web sayfası.
[3] Louv, Richard, Last Child in the Woods, algonquin paperbacks, 2005.
Poole, William, The Nature of Nature-Deficit Disorder, A Conversation with Richard Louv, Land&People Dergisi 2007 Sonbahar Sayısı

16 Eyl 2009

ASIL ZOR OLAN İNSANLARI İDARE ETMEK

Eski bir söz var, sizin anlatma beceriniz, karşınızdakinin anlama kabiliyeti ile sınırlıdır derler. Bugüne değin hep bu ikilemden muzdarip oldum. Ya benim anlatma becerim gerçekten de sınırlı, ya da yukarıdaki sözde mühim bir doğruluk payı var. Kendimi ifade etmede zorluk çekmedim bugüne kadar, ancak hep anlaşılmamaktan şikayetçi oldum. Acaba söz anlatmaya çalıştığım kitlelerde mi bir eksiklik var diye düşünüyorum. Kendisini temize çıkarıp kitleleri itham etmek de kibirin yeni hali olsa gerek, Allah korusun.

Makalelerimde genelde doğa sorunlarından, yaban hayatı idaresinden ve avcılıktan bahsettim ya, okuyan da genelde bu işlere ilgisi olanlar oldu zannederim. İlgili devlet kurumlarına da görüşlerimi nazik dilekçeler halinde göndermedim değil, ama bir cevap vermediklerine göre bu yazılarımın oralarda geniş bir okuyucu kitlesine sahip olmadığını düşünmek pek de yanlış olmaz.

Yazılarımı okuyanlar avcılık ile uğraştığını söyleyenler olduğunda, öncelikle “benim neci olduğum sorgusu” ile karşılaşıyorum genelde. Öyle ya, eğer avcı isem neden bu lafları edeyim? “Limitsiz av, sınırsız av günleri” isteyeceğim yerde, “aman kontrollü avlak, aman limitler artırılmasın” diyormuşum? Avcı dediğin her zaman daha çok vurmanın yolunu aramaz mı?
Çevre sözünü dillerinden eksik etmeyenlerin yazılarımı okuyabildiğini zannetmiyorum. Avcılığın olumsuz etkilerinden bahseden yazılarımı bile, içinde avcılık kelimesi geçtiği için tiksintiyle reddeden bir “güruh”un varlığından haberdarım. İnanılmaz ama gerçek... Böyleleri var.

Yine de “anlaşılmayı dilenmek” yerine bildiğim gibi devam edeceğim. Kalan üç beş “persona non grata” ile beraber onuncu köyde, doğru bildiğimizi söylemeye devam edeceğiz.

Şimdi de bu “yabancı hayranından” son haberleri okuyacaksınız.

Şu Amerikalı avcılar garip insanlar... İşlerine bakacakları yerde, yüzlerce domuz vurup ödül almak yerine, paraları dağa taşa döküyorlar. Yaban hayatına habitat sağlayacaklarmış. Durduk yerde kendileri avcılığa kurallar getirilmesini istemişlerdi geçmişte. Şimdi de bazı kuralların sıkılaştırılmasını istemişler. Bakın şu akılsız ecnebilere (!)... Buyurun okuyalım:

ÜVEYİK SAYISINI ARTIRMAK İÇİN LİMİTLER GEREKİYOR

Kuralların esnetilmesinden bu yana üveyik avı çok değişti. Bazı endişeli avcılar, kuralların sıkı olduğu zamandaki gibi yarım günlük av gününe ve diğer kısıtlamacı uygulamalara dönülmesini istiyorlar.

Indiana Eyaletindeki Blue Grass Balık ve Yaban Hayatı Bölgesi, bu sezon hem yarım gün avlanma düzenini hem de avcı sayısını sınırlamayı aynı anda denedi. Sonuçlar kendini hemen gösterdi: kuşların sayısı çok fazlaydı ve hem güvenlik açısından hem de avın kalitesi açısından avcılık da daha iyiydi. Bölgenin Müdürü Nate Levitte bu şekildeki bir programı uygulamaya karar verdiğinde büyük risk almıştı, ancak sonuçlar çok etkileyici oldu.

Sezonun ilk 10 günü çekilişle yapılan avlara ve genç avcılara ayrılırken, kamuya açık av daha sonra başladı. Av için uygun olmayan günler ve yarım av günü uygulaması, üveyiklerin bölgede durmasını ve beslenmesini sağlarken daha sonra genel avcılığın başlaması, bütün gün avcılığın başlaması nedeniyle avcı sayısı arttı ve kuşlar bölgeden ayrıldı.

Kontrollü avcılık uygulaması başlamadan önce avcılar bölgeye yığıldığı için üveyik avı en çok iki gün sürüyordu. Aynı senaryo, Eyalette Slough’s Balık ve Yaban Hayatı Bölgesi’nde de görülebiliyor. Burada avcı sayısında sınırlama yok, ancak av sabah saat 11:00’da başlıyor. Avın üçüncü günü bölgede çok az kuş ve buna göre çok az avcı görülüyor. Buradan çıkarılacak sonuç, herhangi bir yerde kamuya açık av sahalarında av bölgesinde av bitmeden önce ancak birkaç gün av yapılabiliyor.

Çoğu özel arazilerde avlanırken, arazi sahipleri avcı sayısını sınırlamakla kalmıyor, aynı zamanda en erken 10:00 olmak üzere öğle sıralarında avı başlatıyor ve tüm avı öğleden sonra saat 4:00 gibi bitiriyor. Bazı arazi sahipleri, bütün gün süren sınırsız avların geçmiş yıllarda olumsuz etkilerinden başka bir şey görmediklerini belirtiyorlar.

Yapılan anketler, çoğu avcının İşçi Günü tatilinin sezon açılışından sonraya denk gelmesinden mutlu olduğunu gösteriyor. Tatil olduğunda, bir çok avcı iyi yerlere hücum ediyor ve kalabalık gruplar avda güvensiz bir durum yaratıyor. Sezon açılışında avcıların yüksek sayılarda avlaklara hücum etmesi durumunda özel arazi sahipleri arazilerini ava kapatıyor ve sorunlarla uğraşmamayı yeğliyor.

Bir arazi sahibinin dediği gibi, “yaban hayatını idare etmek kolay ama insanları idare etmek asıl zor iş

Makale aslı: Potter, Phil, Limits needed to multiply doves, 13 Eylül 2009, http://www.courierpress.com

26 Haz 2009

MAK YORUMLARI

Adettendir, her sene bir MAK yazısı yazarız. Bu sene de bunu bozmayalım. MAK Toplantısını Av Tutkusu Dergisi’ni temsilen izledim. Notlarımın avcılık kamuoyu tarafından beğenildiğini düşünüyorum. Zira notlarımdan çeşitli yayın organlarında ve internet sitelerinde yararlanıldığını gördüm. Buna memnun olmakla birlikte, referans verilerek en azından emeğe saygı duyulduğu gösterilebilirdi diye düşünüyorum.

MAK Toplantısından evvel, adet oldu, Bölgesel Avcı Temsilcileri ile Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüne bağlı Türkiye Atıcılık ve Avcılık Federasyonu ile AvDoğa Dergisi yetkilileri Ankara’da biraraya geldiler. Toplantıya hazırlık niteliğinde görüşmeler yaptıklarını, gerek avcı üyelerden, gerekse AvDoğa Dergisi sahibi Sayın Kamil Üçbaş’ın Türkiye Avcıları internet sitesinde yayımlanan “Merkez Av Komisyonu Toplantısının Ardından” başlıklı yazısından öğreniyoruz.

Bu görüşmelerin niteliğini ve nasıl bir hazırlık yapıldığını ayrıntılı olarak bilemiyorum, yazılarda genellikle yemeklerden söz ediliyor, ancak sonuçlarını ertesi günkü MAK Toplantısında izleme imkanı bulabildim.

MAK Sistemi Hakkında

Öncelikle MAK sistemi hakkında birkaç kelam edelim. Avcılığımızda MAK diye bildiğimiz düzenlemeler, malumunuz Kara Avcılığı Hakkında Kanun ile getirildi. MAK sisteminin hukuksallığı, ya da meşruiyeti hakkında söylenebilecek bir şey yok. Mevcut sistemin mevzuata uygun çalışmasını zaten Bakanlık temin ediyor. Bakanlık bürokratlarının yaş tahtaya basmayacağına, yani usule ilişkin hata yaparak yargıda iptaline neden olabileceğine hiç ihtimal vermiyoruz. Böyle bir şey görmüş de değiliz, Allah için...

Öte yandan, öteden beri bu sistem yaban hayatı yönetimi disiplinine uyar mı şeklindeki endişelerimiz hiç son bulmuyor. Avlaklarımıza kontrollü giriş sağlanmıyor. Özel arazilerde bile kontrolsüz avlanma devam ediyor. Göçmen kuşlar avında kontrollü avlanma yapılan hiçbir yer yok. Kontrolden anlaşılan herhalde, bir sezon açmak, diğer sezon ava kapamak... Sulak alanlarda dahi, mevcut habitatı ve av kuşları populasyonunu rahatsız etmeden, en az derecede zarar vererek ava izin verecek düzenlemeler yapılmıyor. Yerli av kuşlarımızın avında ve tavşan gibi memeli avında dahi avlak kontrolü uygulaması yapılmıyor.

Bu sistemde reform yapılması gereğini hep ifade ettik. Sistem mevcut haliyle yaban hayatına zarar veriyor. Büyük memeli avının MAK Kararı dışında, avlanma planları ile uygulanmasının kapsamının genişletilmesi gerekiyor. Bu sene yaban domuzu avında uygulamaya geçecek olan sistemi pratikte göreceğiz. Ülkemizin her ne kadar eksik de olsa, envanter ve avlanma planı çerçevesindeki av uygulamalarını genişletmesi gerekiyor. Modern yaban hayatı idaresinin sadece örnek avlaklar için geçerli bir gereklilik olmadığını düşünüyoruz. Bakanlığımızın bu yöndeki eleman, bütçe ve yatırım eksiğini gidereceğine inanıyoruz.

Bakanlığın yaklaşımı

Çevre ve Orman Bakanlığı bu yıl, her zaman olduğu gibi yılı kurtarmaya çalıştı gibi bir izlenim edindik. Bakanlığımızın ne yazık ki, bu yıl makro bir amacı, bütünsel bir planı yoktu.

Bunların olmamasına alıştık, ancak bu yılki MAK Toplantısında Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğünü pek bir hazırlıksız gördük. Örnek olarak, yaban domuzu avı düzenlemeleri hakkındaki çalışmalarını, toplantıdan bir gece önce Sayın Müsteşar’ın talimatı ile yapmış olduklarını bizzat Sayın Genel Müdür ifade etti. Merkez Av Komisyonu’nun toplanacağı ve bu konuların gündemde olacağı, yaban domuzu avının belki de toplantının ana gündem maddesini oluşturacağı çok önceden belli iken, Genel Müdürlüğün bu konuda önceden bir çalışma yaparak kamuoyu ile paylaşmamış olması, bırakınız paylaşmayı, kendi içerisinde bir fikir birliğine gidememiş olması bize şaşırtıcı ve bir o kadar da üzücü geldi.

Yaban domuzu avı hakkında Genel Müdürlükçe ortaya getirilen öneriyi ilk defa duyan MAK üyeleri, haliyle yorum yapmakta ve ayrıntılar hakkında değerlendirmelerde bulunmakta zorlandılar. Aslen Genel Müdürlük personelinin ve taşra teşkilatının bu planı, önerilen süre içerisinde uygulama kapasitesinin olup olmadığı da kuşkuluydu.

Yırtıcı kuşlar avı konusunda Genel Müdürlükçe önerilen, ancak geri çekilen önerinin de Genel Müdürlük ilgili birimleri ile istişare edilmediği anlaşılıyordu.

Tüm bunlara karşın, gerek Komisyon Başkanı Sayın Müsteşar’ın, gerekse DKMP Genel Müdürlüğü Av ve Yaban Hayatı Dairesinin konulara sağduyulu yaklaşımları ile toplantıda gündem maddeleri olumlu sonuçlanabildi. Bilhassa Sayın Müsteşarın yerinde müdahaleleri ve yönetimi ile toplantıda uyumu sağlandı.

Diğer kamu temsilcileri

Toplantıya Orman Genel Müdürlüğü, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ve Orman Fakültesini temsilen katılan temsilcilerin anlamlı katılımlar sağladıklarını söyleyemiyoruz. Bilhassa üniversiteden katılan akademisyenimizin, yeri geldiğinde ülkemiz yaban hayatı hakkında bildiklerini ve görüşlerini paylaşmaları ve MAK’ı yönlendirmesi umulurdu.

Jandarma Genel Komutanlığı temsilcisi, yasal gereklilikler ve uygulama hakkında görüşlerini bildirdi ve oylamada Bakanlık görüşü yönünde hareket etti.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı temsilcilerinden Sayın Mehmet Emin Şahin ise yer yer kendi görev ve yetki alanını aşan bir şekilde öneriler getirerek, toplantıya renk kattı (!). Ülkemizin bir kamu kuruluşunun yasada açık bir şekilde yasaklanmasına karşın, zehir kullanılacağını söylemesi toplantının ibret verici anlarından birisiydi.

GSGM Temsilcisi

Bildiğimiz gibi MAK’ın oluşumunda garip bir durum var. Kamu temsilcileri ile avcı temsilciler hasımmış gibi eşitlik kurulmaya çalışılıyor. Sanki bir meclis imişcesine sürekli MAK’ın demokratikliğinden dem vuruluyor. MAK üyeleri demokratik bir şekilde oy birliği yapsalar, sanki alacakları her karar iyi olacakmış gibi. Demokrasi bir tarafa, Kanunda Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünden bir temsilci, MAK’ın oluşumunda yer almış. Bu da herhalde, ilgisi nedeniyle Türkiye Atıcılık ve Avcılık Federasyonu olur diye düşünülmüş. Geçen toplantılarda bunun böyle olmayabileceği, Judo Federasyonu temsilcisinin de GSGM’nü temsilen katılabileceği görüldüğünde kıyamet kopmuştu. Bu sene öyle bir şey olmadı ve Sayın Latif Aral Aliş ile Sayın Atilla Tankut Federasyon yetkilileri olarak MAK’a iştirak ettiler.

Ettiler, etmesine de, GSGM Temsilcilerinin MAK ile ilgili herhangi bir hazırlık yapmadığı da toplantıda yapmış oldukları açıklamalar ve önerilerden anlaşıldı. Bir gün önce bölgesel avcı temsilcileriyle yapmış oldukları toplantılarda ne gibi hazırlıklar yapıldı, onu bilemiyoruz, ancak toplantıda hazırlığa dayalı değil, son derece spontane hareket edildi.

Örneğin, GSGM temsilcisi tarafından, yaban domuzlarının kendileri tarafından itlaf edilebileceği, neticede kendilerinin resmi kurum oldukları söylendi. Yırtıcı kuşlar avında, karga bacağı getirene fişek verilebileceği belirtildi. Yaban domuzu avında köylülerin alması önerilen bedelin yarısının avcılık kulüplerince alınması halinde sorun çıkmayacağı ortaya atıldı. Avlanma günlerinin haftada 4 güne çıkarılması önerisi desteklenirken, avcıların Güneydoğu Anadolu Bölgemizde istihbarat yaptıkları ve avlanma günü 4 gün olursa bunun daha fazla istihbarat anlamına geleceği iddia edildi. Doğa Derneği temsilcisi tarafından öne sürülen sayılara itiraz edilirken, herhangi bir kaynak veya alternatif bilgi verilmeden, Mısır’da bıldırcın konservesi fabrikası olduğu, Avrupa ülkelerinde göçmen kuşların her gün limitsiz vurulduğu bilgileri öne sürüldü. Yine avlanma günleri hakkındaki görüşmede, gerekçe olarak Bakanlığın gün sayısını dörde çıkararak uzlaşıcı görüntü vereceği ifade edildi.

Bütün bu argümanların aylar öncesinden çalışılmış dosyalar olmadığı aşikardı. Bir gün öncesindeki hazırlık çalışmalarında ne yönde bilgiler verildi bilemiyoruz, ancak her sene yapıldığı bilinen MAK Toplantısına, “resmi” federasyonun daha hazırlıklı gelebileceği düşünülürdü. İleri sürülen hususların, o anda akla geliveren veya kendi aramızdaki sohbetlerde hep konuşageldiğimiz fikirler olduğu ve bunların Komisyonun nihai kararını etkileyecek cinsten bir nitelik taşımadığı belliydi.

Doğa Derneği Temsilcisi

MAK Toplantısının en çok puan toplayan üyesi, Doğa Derneği temsilcisi Sayın Güven Eken oldu. Sayın Eken, toplantıya bilimsel çalışmalar, göçmen kuşlara ilişkin sayım sonuçları, uluslararası araştırmaların neticeleri ile gelmişti. Toplantı esnasında ortaya gelen spesifik konularda ve doğrudan kendisine yönlendirilen sorulara da oldukça bilgili yanıtlar vererek göz doldurdu. Görüşlerini ideolojik fikirlerle veya kulaktan dolma argümanlarla değil, verilerle destekledi ve görüşülen her konuda kendi fikri doğrultusunda karar alınmasını sağladı.

Bölgesel Avcı Üyeler

Bölgelerden gelen avcı üyelerin bu yılki temsili önceki senelerden farklı oldu. Bir gün önceki hazırlık toplantısında detayda neler konuşulduğunu bilmememize karşın, hangi üyenin hangi öneriyi getirmekle “görevlendirildiğini” anlayabildik. Avcı üyeler, fire vermeksizin bir disiplin içerisinde hareket ederek teker teker maddeler üzerinde değişiklik önerileri yaptılar. Bu iyi bir şey mi bilmiyorum, ancak bir birlik içerisinde hareket ettikleri ortadaydı.

Avcı üyelerin hiç birisinin elinde veri, rakam, araştırma veya bulgu yoktu. İl av komisyonlarını da düşündüğümüzde uzun süreden bu yana MAK’a katılacaklarını bilen temsilcilerin bu yönde donanıma sahip olmaları gerektiğini düşünmedikleri ve her sene belirttikleri gibi, “avcıların doğasever olması”, “avı avcıların değil tarım ilaçlarının bitirmiş olması”, “Avrupa’da yedi gün limitsiz av yapılıyor olması” vb argümanları sıralamalarının yeterli olacağını düşündükleri belliydi.

Buna rağmen, avcı üyelerin toplantıda sergilemiş oldukları korumacı yaklaşım takdire şayandı. Genel Müdürlüğün, pek de yaban hayatı yönetimi tekniğine uygun olmayan önerilerine korumacı olarak karşı çıkan avcıları dinlemek benim için çok keyifli oldu. Avcı temsilcilerinin konuşmalarında ÇALIŞTAY yapılması gereğine işaret etmeleri, sulak alanların korunması gereğine değinmeleri ve Çevre ve Orman Bakanlığına bağlı bir Genel Müdürlüğün kurutma uygulamalarını eleştirmeleri gerçekten de mükemmel tavırlardı. Bu tavırlarından dolayı avcı üyeleri tebrik ediyorum.

MAK toplantısı böyle geçti.

Gelecek sene ne olur?

Kişisel tahminim çok da farklı olmayacağı yönünde...

Ama insan yine de avcı temsilcilerimizin kendilerine özgü görüşlerini öne sürebilmelerini, daha hazırlıklı ve somut bilgilere dayalı öneriler ve argümanlar öne sürebilmelerini ummaktan da geri kalmıyor.

Tabii ki, Bakanlığımızın arzu ettiğimiz şekilde, artık avcılığı ve yaban hayatı idaresini ciddiye almaya başlamasını da...

Mehmet Ekizoğlu