Geçtiğimiz Eylül ayında Hollanda’daydım. Aydın ve Büyük Menderes Platformu adına, Hollandalılarca tarafından organize edilen Taşkın Riski Yönetimi ve Avrupa Su Çerçeve Direktifi kursuna katıldım.
17 – 28 Eylül 2007 tarihleri arasından Rotterdam’da gerçekleştirilen kursa ülkemiz DSİ Genel Müdürlüğü, Çevre ve Orman Bakanlığı, Enerji Bakanlığı, İller Bankası gibi kurumların temsilcilerinin yanısıra, Bulgaristan, Romanya, Hırvatistan, Sırbistan ve Makedonya su yönetimi uzmanları ve yöneticileri de katılmışlardı.
Kursta öğrendiklerim nispeten teknik ve anlatması uzun sürecek konular.. Bunların içinde doğal hayatımızı ve neticede tüm avcılarımızı ilgilendiren bazı hususlar var. Bunları maddeler halinde, sizleri sıkmamaya çalışarak özetlemek isterim.
Su Çerçeve Direktifi neleri öngörür?
- AB, 2000 yılında yürürlüğe giren yeni Su Çerçeve Direktifi ile su kaynakları yönetimine entegre ve modern bir yapı getirmiştir. Direktif, su kaynaklarının yönetilmesinde katılımcılığı öngörür ve amaçları şu şekildedir:
1- Sulak ekosistemlerin korunması, geliştirilmesi ve azalmasının önüne geçilmesi,
2- Sürdürülebilir su kullanımının geliştirilmesi,
3- Alınacak önlemlerle sulak alanların korunması,
4- Yer altı suyu kirliliğinin azaltılmasının sağlanması,
5- Kuraklık ve taşkınların etkilerinin azaltılması.
Nehir-için-yer yaklaşımı nedir?
Set inşası, nehir tabanının kazınarak alçaltılması, nehrin daraltılarak arazi elde edilmesi gibi yöntemlerin aslında taşkın ihtimalini artırdığı ve asıl taşkın zararlarını çok büyük oranda artırdığı anlaşılmıştır. Set inşasıyla nehirlerin getirmiş olduğu yük anlamına gelen sedimantasyon artmakta, kısa zamanda nehir tabanı yükselerek hem setler kısa zamanda işlevsiz hale gelmekte, hem de taşkın ihtimali artmaktadır.
Öte yandan setlerin yükseltilmesi, kanallar inşa edilmesi gibi eski yöntemlerin maliyetleri kadar fayda temin etmediği, bilakis risk, tarımsal fayda ve çevresel etkileri nedeniyle ekonomi üzerinde büyük yük oluşturdukları anlaşılmıştır.
Son dönemlerde belirgin hale gelen başka bir etki de doğal taşkın yataklarının yok edilmesiyle topraktaki su oranının düşmesi, böylelikle toprağın irtifa kaybetmesi ve organik açıdan çeşitliliğinin (verimliliğin) azalması olmuştur.
Nehir-için-Yer yaklaşımının temel amacı nehirlerin taşıma kapasitelerinin doğal yollardan artırılarak hem doğaya uygun hale getirilmesi, hem de taşkın ihtimalinin azaltılmasıdır.
Nehir-için-yer yaklaşımının içerdiği bazı önlemler şu şekilde özetlenebilir;
- Nehre yakın ikincil kanalların yeniden inşası veya açılması,
- Taşkın alanlarının genişletilerek taşıma kapasitesinin artırılması
- Varsa, setlerin doğal taşkın alanlarının arkasına çekilmesi
- Doğal taşkın alanında uygun bitki örtüsünün yerleşmesine imkan tanınması
- Köprü, yol gibi suni engellerin genişletilerek nehrin dar boğaz yapmasına engel olunması.
Bu gibi önlemlerin uygun yerlerde kombinasyonlar halinde alınması sonucunda, nehirlerde yüksek su seviyesi yaşanması halinde taşkın ihtimali büyük ölçüde azalmakta ve nehirlerin güvenli akışı temin edilmektedir.
Öte yandan nehirlerin getirmiş olduğu yüksek suların ve besleyici maddelerin taşkın alanlarında ve ikincil kanallarda tutulması sayesinde, çevredeki alanlar hem su açısından, hem de toprağı besleyici maddeler açısından yarar göreceklerdir.
Bu çözümler çevreyle uyumlu ve nehrin ekolojik yapısını restore edici ve biyolojik çeşitliliği artırıcı niteliktedir. Bu önlemleri uygulayan ülkelerde doğal taşkın yatakları ve ikincil kanallar aynı zamanda rekreasyon alanı olarak da kullanılmakta ve gelir getirmektedir.
Nehir-için-yer önlemleri bu bakımdan, bir çok Avrupa ülkesinde ve dünyada pek çok ülkede doğayla uyumlu taşkın koruması tekniği olarak kabul edilmekte ve uygulanmaktadır.
Sonuç
Modern dünya artık sularla oynamayı ve nehirleri, gölleri düşman olarak görmeyi ve onlardan hesapsızca yararlanmayı bırakmıştır. Modern insan suyla dost olma, doğal hayatı eski haline geri getirme amacındadır. Bu ABD’de de Avrupa’da da böyledir. Örneğin Hollanda’da yıllar önce taşkın suları altında kalan bir bölgenin doğal yapısı itibariyle yeniden kurutulmayarak sulak alana ve tabiat parkına dönüştürülmüş olduğunu ibretle izledik.
Ülkemizde, bunları gördüğü halde eski akıl ve bilimdışı uygulamalarını sürdürenler, bunları savunmaya devam edenler hala bulunmaktadır. Bu çevreler mazeret olarak da “ABD ve Avrupa’nın zengin memleketler olduğunu, onların şartlarının bize uymayacağını” söyleyip doğaya düşman tavırlarını devam ettirmek istemektedirler.
Doğa statik bir yapı değildir. Doğaya yapılan tüm müdahaleler bir şekilde geri dönmektedir. Bugün dudak büktüğünüz uyarılar ileride “ben demiştim” şekline dönüşmemelidir. Modern ülkelerin uygulamaları, bilimin ve aklın emridir. Bugün ülkemizde olduğu gibi, mantık dışı, eski kafayla devam ettirilen politikalar daha pahalıya mal olmaktadır.
Vakit geçirilmeden dünyanın gitmekte olduğu istikametin, bizim devletimizce ve kamuoyu tarafından da kavranarak doğru uygulamalara varılmasını bekliyoruz.
Mehmet Ekizoğlu
17 – 28 Eylül 2007 tarihleri arasından Rotterdam’da gerçekleştirilen kursa ülkemiz DSİ Genel Müdürlüğü, Çevre ve Orman Bakanlığı, Enerji Bakanlığı, İller Bankası gibi kurumların temsilcilerinin yanısıra, Bulgaristan, Romanya, Hırvatistan, Sırbistan ve Makedonya su yönetimi uzmanları ve yöneticileri de katılmışlardı.
Kursta öğrendiklerim nispeten teknik ve anlatması uzun sürecek konular.. Bunların içinde doğal hayatımızı ve neticede tüm avcılarımızı ilgilendiren bazı hususlar var. Bunları maddeler halinde, sizleri sıkmamaya çalışarak özetlemek isterim.
Su Çerçeve Direktifi neleri öngörür?
- AB, 2000 yılında yürürlüğe giren yeni Su Çerçeve Direktifi ile su kaynakları yönetimine entegre ve modern bir yapı getirmiştir. Direktif, su kaynaklarının yönetilmesinde katılımcılığı öngörür ve amaçları şu şekildedir:
1- Sulak ekosistemlerin korunması, geliştirilmesi ve azalmasının önüne geçilmesi,
2- Sürdürülebilir su kullanımının geliştirilmesi,
3- Alınacak önlemlerle sulak alanların korunması,
4- Yer altı suyu kirliliğinin azaltılmasının sağlanması,
5- Kuraklık ve taşkınların etkilerinin azaltılması.
Nehir-için-yer yaklaşımı nedir?
Set inşası, nehir tabanının kazınarak alçaltılması, nehrin daraltılarak arazi elde edilmesi gibi yöntemlerin aslında taşkın ihtimalini artırdığı ve asıl taşkın zararlarını çok büyük oranda artırdığı anlaşılmıştır. Set inşasıyla nehirlerin getirmiş olduğu yük anlamına gelen sedimantasyon artmakta, kısa zamanda nehir tabanı yükselerek hem setler kısa zamanda işlevsiz hale gelmekte, hem de taşkın ihtimali artmaktadır.
Öte yandan setlerin yükseltilmesi, kanallar inşa edilmesi gibi eski yöntemlerin maliyetleri kadar fayda temin etmediği, bilakis risk, tarımsal fayda ve çevresel etkileri nedeniyle ekonomi üzerinde büyük yük oluşturdukları anlaşılmıştır.
Son dönemlerde belirgin hale gelen başka bir etki de doğal taşkın yataklarının yok edilmesiyle topraktaki su oranının düşmesi, böylelikle toprağın irtifa kaybetmesi ve organik açıdan çeşitliliğinin (verimliliğin) azalması olmuştur.
Nehir-için-Yer yaklaşımının temel amacı nehirlerin taşıma kapasitelerinin doğal yollardan artırılarak hem doğaya uygun hale getirilmesi, hem de taşkın ihtimalinin azaltılmasıdır.
Nehir-için-yer yaklaşımının içerdiği bazı önlemler şu şekilde özetlenebilir;
- Nehre yakın ikincil kanalların yeniden inşası veya açılması,
- Taşkın alanlarının genişletilerek taşıma kapasitesinin artırılması
- Varsa, setlerin doğal taşkın alanlarının arkasına çekilmesi
- Doğal taşkın alanında uygun bitki örtüsünün yerleşmesine imkan tanınması
- Köprü, yol gibi suni engellerin genişletilerek nehrin dar boğaz yapmasına engel olunması.
Bu gibi önlemlerin uygun yerlerde kombinasyonlar halinde alınması sonucunda, nehirlerde yüksek su seviyesi yaşanması halinde taşkın ihtimali büyük ölçüde azalmakta ve nehirlerin güvenli akışı temin edilmektedir.
Öte yandan nehirlerin getirmiş olduğu yüksek suların ve besleyici maddelerin taşkın alanlarında ve ikincil kanallarda tutulması sayesinde, çevredeki alanlar hem su açısından, hem de toprağı besleyici maddeler açısından yarar göreceklerdir.
Bu çözümler çevreyle uyumlu ve nehrin ekolojik yapısını restore edici ve biyolojik çeşitliliği artırıcı niteliktedir. Bu önlemleri uygulayan ülkelerde doğal taşkın yatakları ve ikincil kanallar aynı zamanda rekreasyon alanı olarak da kullanılmakta ve gelir getirmektedir.
Nehir-için-yer önlemleri bu bakımdan, bir çok Avrupa ülkesinde ve dünyada pek çok ülkede doğayla uyumlu taşkın koruması tekniği olarak kabul edilmekte ve uygulanmaktadır.
Sonuç
Modern dünya artık sularla oynamayı ve nehirleri, gölleri düşman olarak görmeyi ve onlardan hesapsızca yararlanmayı bırakmıştır. Modern insan suyla dost olma, doğal hayatı eski haline geri getirme amacındadır. Bu ABD’de de Avrupa’da da böyledir. Örneğin Hollanda’da yıllar önce taşkın suları altında kalan bir bölgenin doğal yapısı itibariyle yeniden kurutulmayarak sulak alana ve tabiat parkına dönüştürülmüş olduğunu ibretle izledik.
Ülkemizde, bunları gördüğü halde eski akıl ve bilimdışı uygulamalarını sürdürenler, bunları savunmaya devam edenler hala bulunmaktadır. Bu çevreler mazeret olarak da “ABD ve Avrupa’nın zengin memleketler olduğunu, onların şartlarının bize uymayacağını” söyleyip doğaya düşman tavırlarını devam ettirmek istemektedirler.
Doğa statik bir yapı değildir. Doğaya yapılan tüm müdahaleler bir şekilde geri dönmektedir. Bugün dudak büktüğünüz uyarılar ileride “ben demiştim” şekline dönüşmemelidir. Modern ülkelerin uygulamaları, bilimin ve aklın emridir. Bugün ülkemizde olduğu gibi, mantık dışı, eski kafayla devam ettirilen politikalar daha pahalıya mal olmaktadır.
Vakit geçirilmeden dünyanın gitmekte olduğu istikametin, bizim devletimizce ve kamuoyu tarafından da kavranarak doğru uygulamalara varılmasını bekliyoruz.
Mehmet Ekizoğlu