25 Nis 2007

Gelecek için "Rastgele" mi?


Büyük Menderes’teyiz

Büyük Menderes Nehrindeki ilk ördek avını hatırlıyor Ali Altınkaya. Anlatırken o anı tekrar yaşıyor sanki. Ovada Aşağıdip Gölünden Büyük Menderes Nehrine doğru yürürken yüzümüzü serin bir bahar esintisi okşuyor. Aynı esintiyle sallanan geçen seneden kalma kuru sazlar ve bu baharda çıkan yeşil sazlar Büyük Menderes Havzasının bu bereketli sulak alanının yüzlerce yıllık sakinlerinden...

Aşağıdip Gölü

Ali Altınkaya, hem yörenin aydın çiftçilerinden, hem de Yenipazar Avcılar Kulübü başkanı. Çocukluğundan bu yana Büyük Menderes Nehri ile haşır neşir... Ekim zamanı tarlasında toprağı dinleyen Altınkaya, güz geldiğinde aynı topraklarda bıldırcınları ağırlıyor. Büyük Menderes Nehrinin taştığı dönemlerdeki ördekleri, çevredeki tarlaları mesken tutan kazları anlatırken gözlerinin parladığını farkediyoruz.

O sırada yanımızdaki tarlayı süren çiftçinin traktörünün peşindeki leylekler, açığa çıkan koyu kahverengi toprakta kendilerine düşeni toplamakla meşguller...

Aşağıdip Gölü Büyük Menderes'ten, coğrafya derslerinde öğrendiğimiz menderesler çizme özelliği sonucunda bir parça kopması ile oluşan bir göl. Çok büyük bir göl değil, ancak havzada kendisine benzeyen bir çok küçük göl gibi doğal hayat açısından ve yeraltı suları bakımından üstlendiği rol çok önemli.

Menderes’te susuzluk

Ali Altınkaya bize gölün bu bahar yağmurları döneminde olması gereken seviyesini ve şimdi neredeyse bir metre azalmış su seviyesini gösteriyor. Barajlardan verilecek sularla alakası olmayan bu küçük gölün yeraltı suyu ile beslendiği apaçık. Şimdi su seviyesinde görülen azalma da yeraltı sularındaki tehlikeli gidişin bir göstergesi.

Büyük Menderes Nehri, havzanın en önemli su kaynağı... Beslendiği kollar üzerine barajlar kurulmuş. En büyükleri Adıgüzel Barajı ve Kemer Barajı. Bu barajlar izin verirse Büyük Menderes Nehrine ve onun hayat verdiği göllere, topraklara su gelecek. Şu anda nehirde su yok. Barajlar kurak mevsimde sulamaya verebilmek için su tutuyorlar. Susuzluktan nehirde taban toprağı yer yer ortaya çıkmış.

Büyük Menderes Nehrinin ıslahı çalışmaları sonucunda yaklaşık yüz kilometrelik kısımda nehrin tabanı kazınmış ve etrafına setler yapılarak kenarları yükseltilmiş. Nehrin sularıyla eritebileceği kenarlara ise dağdan getirilen kayalar ile destekler yapılmış. Nehrin her iki kıyısında binlerce böceğe, göçmen kuşlara, sincaplara, su samuruna ve daha nice canlıya ev sahipliği yapan söğüt ağaçları, ılgınlar ve sazlıklar sökülmüş, kesilmiş, yok edilmiş. Artık yaban ördeklerinin Büyük Menderes’te gelebileceği bir yuvaları yok. Onun yerine moloz yığınları var.

Islah ve sulama

Açıklanan amaç, taşkını önlemek.. Islah çalışmasının başladığını belirten 24 Kasım 2004 tarihli bir gazete haberinde “amacın sulama mevsiminde bırakılan suların Söke Ovasına ulaşmasını sağlamak olduğu” belirtiliyor.

Geçtiğimiz Salı günü Denizli İl Koordinasyon Toplantısında konuşan DSİ Bölge Müdürü, “yetersiz rezerv nedeniyle tarım arazilerinde ikinci ürün ekiminin yasaklanacağını” söylüyor. Havzanın ortalarında bulunan Sarayköy Sulama Birliği Başkanı Yasin Çetinkaya, “DSİ Bölge Müdürlüğü çiftçiye karşı anlayışlı davranmıyor. Arazilerimize 10 günlük bile su verseler yeterli olacak ama sulama sezonu olmasına rağmen hiç vermiyorlar” diye yakınıyor. Ancak bu gelişmelerin henüz başlangıç olduğu belli...

Sulama konusu havzanın başlıca gündemini oluşturuyor. Ali Altınkaya’ya bu ıslah çalışmasının yöre tarımına olası etkilerini soruyoruz. Bize Büyük Menderes Nehrinin taşkınlarının yöre tarımına aslında yararlı olduğunu, ancak bu çalışma ile taşkın meydana gelmeyeceği için çalışma yapılan yerlerdeki üretimin olumsuz etkileneceğini anlatıyor. Gerçekten de amaç taşkını önlemek ise dünyanın yapmış olduğu bilimsel ve çevreyle uyumlu projeler var. Suyu yönetenlerin bunlardan haberdar olmadığını zannetmiyoruz. Sayın Altınkaya çevredeki tarlaların aslında Büyük Menderes nehrinin doğal taşkın alanı olduğunu belirtiyor. Zamanla nehrin akışını ve yatağını değiştirmesiyle tarlaların da tapudaki gibi kalmadığını; bazen küçüldüğünü, bazen de karşı kıyıda kaldığını anlatıyor. Bu açıklamalardan, aslında bu arazilerin Nehrin doğal taşkın alanı olarak ayrılması gerektiği sonucuna varıyoruz. Daraltılmış nehir, ne taşkın yönetimi tekniğine ne de ekolojiye uyuyor.

Sayın Altınkaya, Büyük Menderes kenarlarında suların taşması ve geri çekilmesi için düzenlemeler yapılması gerektiğinin altını çiziyor. “Menderes’in taşmasının sebebi baraj yönetimidir. Bilim yalan söylemez. Bu işlerin hesapları var. İşte ne kadar yağış olursa baraja , menderes yatağına ne gelir. Bu yazın farklı kışın farklı olabilir. Bu hesapların öngörülerin yapılabilmesi için önce istatistik bilgilere ihtiyaç var.” diye de ekliyor.

Doğal taşkın alanlarında oluşturulacak dönemsel veya sürekli sulak alanların tarıma, çevreye, yer altı sularına ve yörenin iklimine yapacağı olumlu etkileri konuşuyoruz. Bunun için sivil toplum örgütleri ile devletin işbirliği yapması şart.

Avcıların duyarlılığı

Ali Altınkaya yörenin önemli çiftçilerinden... Doğal hayatın sadece çevreciler için gerekli olmadığını çok iyi kavramış. Konuyu yetkililere anlatmaya çalıştığını, ancak sorularına tam yanıtlar alamadığını söylüyor.

Dönüşte diğer avcılarla da görüşüyoruz. Onlar da Büyük Menderes nehrinde işlerin iyi gitmediğinin farkındalar. Yenipazar’da avcılar aynı zamanda çiftçi, çiftçiler aynı zamanda da avcılık yapıyor. Her iki uğraşı icra edenler doğayı birebir izleyen, değişiklikleri yakından gözleyebilen ve duyarlılığı yüksek kesimler... Yenipazar Avcılar Kulübü Yönetim Kurulu Üyesi Osman Bolatoğlu da öyle. Bu yazın zor geçeceğini anlatan Bolatoğlu, “Yanlış yaptılar” diyor. “Dağın taşının ne işi var Menderes’te?”

Gelecek için “Rastgele”mi?

Aşağıdip Gölünde sazlar hala yemyeşil... Su düzeyi azalsa da balıkçılar kenarda oltalarını “rasgele” diyerek göle atıyorlar. Göl hala bir çok su kuşuna ve yaban hayvanına barınak sağlıyor. Yer altı sularındaki azalmadan başka, gölün kenarlarına çöp dökülmesi, bazı sazlıkların tarlaya dönüştürülmesi gibi tehditlere de maruz kalıyor. Bir başka tehlike de ıslah çalışması ile kaynağı olan Büyük Menderes ile irtibatının kesilmiş olması. Tüm tehditlere karşın dayanmaya çalışan Aşağıdip Gölünü eski dostu rüzgar ile başbaşa bırakıyoruz.

Büyük Menderes Nehri Havzası ilgi ve profesyonel yardım bekliyor. Bilimsel destek ve entegre havza yönetimi istiyor. Bu zamana kadar bunun farkında olmayanlar susuz geçecek bu yaz anlayacak gibi görünüyor.

Mehmet Ekizoğlu

6 Nis 2007

ABD’de Tarım ve Yaban Hayatının Korunması - Jerry Heinz ile Söyleşi

Bush’tan “bıldırcın” sözü

2005 yılı Ağustos ayında Katzenmeyer Çiftliği olağanüstü bir gün yaşadı. Minnesota’nın tarım arazilerinin arasında bulunan bu çiftlik, ABD Başkanı George W. Bush’u ağırlıyordu. Tabii Başkan ile birlikte bir Gizli Servis ajanlar ordusu, basın mensupları ordusu ve avcılık örgütleri liderleri de oradaydılar.

Bu çiftlikte Başkan Bush, “ koruma programını, önemli otluk alanları da kapsayacak şekilde genişletecek şekilde artıracaklarını” açıkladı. Bush, açıklamasında “Genelde tarlalarda sınırları oluşturan bu arazilerin katılmasıyla amacımız, bıldırcın populasyonunu yılda 750 bin kuş artırmak…” dedi.

Katzenmeyer çifti uzun suredir çiftliklerinin önemli bir kısmını çeşitli koruma programlarına kayıt ettirerek doğal hayatın geliştirilmesine katkıda bulunuyorlardı. Bu koruma programları olarak çevirebileceğimiz “Conservation Programs” neydi ki koskoca Amerikan Başkanına tarlaların ortasında bıldırcınlar hakkında beyanat verdiriyordu?

ABD’de tarımın yakın geçmişi

1950li yıllarda Amerikan toplumu savaş sonrası nüfus patlamasını yaşıyordu. Doyurulacak kalabalık bir kitle ile karşı karşıyaydı Amerikalılar. Nüfus patlaması ile şehirler daha da kalabalıklaştı, gıda fiyatları arttı. Bu artış tarımsal ürünlerin fiyatlarına da yansıdı. 1960lı yıllar Amerikan çiftçisinin altın yıllarıydı. Özellikle Midwest denilen Amerika’nın en büyük tarımsal arazilerinin bulunduğu eyaletlerde büyük bir değişim başlamıştı. Iowa, Illinois, Indiana, Wisconsin gibi eyaletlerde başlayan bu değişimden kısa surede bütün ülke nasibini aldı.

Her şey daha fazla ekilecek tarla içindi. O zamana kadar ilgilenilmeyen bütün araziler dev traktörlerle sürüldü, çitler sokuldu, tarlalar arasında sınır oluşturan toprak yığınları dağıtıldı, kanal, göl ve nehirlerin kenarlarına kadar ekildi biçildi. Atılan ilaçlar ile tarlalarda yabancı ot kalmadı. Bu değişimden ürünler de nasibini aldı. Aile için üretilen, ekonomik olmayan ürünlerden vazgeçildi, fabrikalar için gıda hammaddesi oluşturan mısır ve soya fasulyesi diğer bütün ürünlerin yerini aldı. Artık tarlalar kilometrelerce mısırdan oluşuyordu.

1970lere gelindiğinde Amerikan tarımı krize sürüklenmek üzereydi. Verim düşüyordu. Nüfus artısı yavaşlamış, talep düşmüştü. Üretimin artması nedeniyle fiyatlar da düşmüş, çiftçilerin gelirleri azalmıştı. Tarımsal sektörde gelir azalmasına neden olan bir başka etken daha vardı. Amerikan toprağı verimini yitirmek üzereydi. Dünyanın en verimli arazileri artık ayni verimi vermez olmuştu. Amerikan çiftçisinin bunun gübre veya “daha fazla kimyasal” ile çözülmeyeceğini anlaması uzun surdu. Sorun topraktaydı.

Amerikan tarımsal arazileri erozyona uğramaktaydı. Yapılan entansif tarım, tarlalarda erozyonu önleyecek bütün koruyucu unsurları ortadan kaldırmıştı. Tarlaların kenarlarında ağaçlı, çalılı alanlar, otlu sınırlar, sulak alanların çevresindeki sazlı ve otlu araziler su tutumunda yardımcı olarak su erozyonunu engelliyor ve rüzgarı keserek rüzgar erozyonuna karşı koruma oluşturuyordu. Amerikan çiftçisi daha fazla arazi ekmek için buraları sürdüğünde, erozyon nedeniyle verim kaybıyla karşı karşıya kaldı.

Verimdeki düşüşün bir başka nedeni, yine doğal bitki örtüsü içeren arazilerin tarımsal üretime katılmasıyla yitirilen “su tutulması” imkanı ve yeraltı sularının dengede tutulması idi. Bu imkan kaybedilince tarlanın toprak-su dengesi bozuluyor ve dolayısıyla verim de düşüyordu. Yeraltı su dengesinin bozulması, içme sularının kalitesinin düşmesinin de bir nedeniydi.

Atılan kimyasallar ve aşırı sürme ile toprağın organik yapısı bozuluyor, toprağın verimine katkıda bulunan böcekler, kurtlar, kemirgenler, kuşlar, memeliler ve diğer tür hayvanlar toprağı terk ederek tarlayı “cansız” halde bırakıyorlardı. Bu şekilde toprak “canlı organizma” özelliğini yitirerek kendini yenileme imkanından yoksun kalıyordu.

Son olarak, tarımsal arazilerdeki bu organik kayıp doğal hayata da zarar veriyordu. Kısa sürede Amerikan tarımsal kesiminde yaban hayatı kaybı yaşandı. Prairie Chicken denilen bir tür keklik soyu tükenme noktasına geldi. Uzun sure önce ABD’ye Avrupa’dan getirilerek yerleştirilmiş olan sülün hiçbir yerde görülmez oldu. Geyikler iyice orman içlerine çekildi.

Koruma Programının ortaya çıkışı

Kötü gidişat Amerikan Tarım Bakanlığını harekete geçirdi. Erozyonun önüne geçmek, tarımsal arazilerinin kalitesini artırmak ve tarıma elverişli olmayan arazilerin ekilerek maliyetin artmasına engel olmak amacıyla Conservation Reserve Program (CRP-Koruma Alanı Programı) adı ile bir program hazırlanarak Kongre’ye sunuldu. Hazırlanan tasarı 1985 Tarım Kanunu ile birlikte Kabul edilerek yürürlüğe konuldu. İlerleyen yıllarda da yasa kapsamı genişletilerek yenilendi. Bu Program bugüne değin yaban hayatı korunması alanında dünyada yapılmakta olan en başarılı ve en geniş çalışma olma özelliği taşımaktadır.

Koruma Programı (CRP) nedir? Nasıl çalışır?

CRP kapsamında, çiftçiler tarıma elverişli olmayan, fakat doğal kaynaklar yönünden önem taşıyan arazilerini ekmeyerek doğal hayata ayırmaktadırlar. ABD Tarım Bakanlığı bunun karşılığında çiftçilere ayırdıkları alan ölçüsünde kira ödemektedir. İlk başta bu programın amacı erozyonun önlenerek tarımsal arazilerin verimliliğinin artırılması ve fazla üretimin önüne geçilerek tarımsal ürünlerin fiyatlarına bir istikrar getirilmesi olarak belirlenmiştir.

Programa kayıt olmak isteyen çiftçiler istedikleri arazilerini 10 yıl boyunca ekip biçmeden doğal hayata ayırmak ve bu süre zarfında da Tarım Bakanlığının bu arazi parçasını doğal hale getirmesinde yardımcı olmak durumundadır. Tarım Bakanlığı yetkilileri ile işbirliği halinde çiftçi bu arazinin eski durumunu alması için özgün ve doğal bitki örtüsünü kuracaktır. 10 yıl sonunda çiftçi programda kalmaya devam etmek isterse avantajları artarak sürecektir. Bu şekilde elde edilen faydalar aşağıdaki gibidir:

- Oluşturulan doğal habitattan yaban hayati azami ölçüde istifade etmektedir.

- Sürekli akıntıların önlenmesi, erozyonun azalması gibi nedenlerle su kalitesi artmaktadır.

- Azalan su ve rüzgar erozyonu ile çiftliğin verimi artmaktadır.

- Hava kirliliği azalmakta ve çevre kalitesi artmaktadır.

- Tarımsal üretime elverişsiz araziler seçildiği için tarımda nispi maliyet düşmektedir.

Ve Habitat

Program çalışmaya başladıktan sonra büyük başarı kazanmış ve Amerikalı çiftçiler arasında büyük katılım sağlamıştır. Programın başarısı yanında fark edilen bir başka etkisi de olmuştur. CRP, tarımsal üretimin artışıyla sürekli gerileyen ve habitat kaybeden yaban hayatına büyük yararlar sağlamış ve habitat oluşturmuştur.

Örnek Çiftçi ve Avcı Jerry Heinz ile Söyleşi

İllinois Eyaletinin önde gelen çiftçilerinden olan Sayın Jerry Heinz ile sohbet etmek ve çiftliğini görmek üzere, Tolono şehrinde bulunan Heinz çiftliğine gittik.

Çiftliğe geldikten sonra Jerry ATV’si (all terrain vehicle- her arazide sürülebilen araç) ile arazilerini ve yaban hayatına habitat olarak ayırdığı bölgeleri gösterdi. Sn Heinz bu konuda çiftçiler arasında lider konumunda… Üç yıl Pheasants Forever’in (Sülün ve diğer yaban hayvanlarının doğal yaşam alanlarının korunması amacıyla kurulan bir örgüt) Champaign Bölgesi Başkanlığını da yürüten Sn Heinz, tarım ve yaban hayatına destek veren programlar nedeniyle bir çok kere Amerikan Kongresi üyelerince ve Beyaz Saray tarafından kabul edilmiş.

Sayın Heinz’in kendi inisiyatifi ile sürmeyerek doğal haline bıraktığı tarlasının bir kısmı sulak alan haline gelmiş. Sn Heinz buraya gerekli otları ekerek ve zamanında biçerek tam anlamıyla doğal bir sulak alan oluşturmuş. Bir zamanlar tarla olan bu arazi şimdi ördeklerin, sülünlerin ve diğer bir çok yaban hayvaninin evi haline gelmiş. Biz ziyaret ettiğimizde yeşilbaş ve orman ördekleri ile bir çok su kuşu kaynıyordu.Yeşilbaş ördeklerin hemen önümüzden havalanması görülmeye değer bir manzaraydı. Jerry Heinz, her yıl ektiği tarlayı basan sular kuruyuncaya kadar bu tarlayı ekmeyeceğini, böylelikle yaban hayvanlarının, özellikle de ördek civcivlerinin bu araziyi sonuna kadar kullanabileceğini söyleyerek bizi bir kere daha şaşırttı.

Jerry Heinz ile sizler için konuştuk:

Mehmet Ekizoğlu - Sayın Heinz, İllinois Eyaletinde habitata önem veren çiftçiler arasından lider rolü üstlendiğinizi biliyoruz. Aynı zamanda iyi bir avcı ve avcılık-koruma örgütlerinin büyük bir destekçisisiniz. Bunca özellik bir kişide nasıl buluştu? Başka bir deyişle korumacılık duygusu ve etiği sizde nasıl gelişti?

Jerry Heinz – Çocukluğum halen yaşadığım çiftlikte geçti. Çoğu zamanımı doğada, etrafta görülebilecek ne varsa görmeye çalışarak geçirirdim. Çiftliğimizde mısır, ekin, bazı diğer tahıllar ve hayvancılık vardı. Tarlalar şimdiki duruma göre daha küçüktü ve etrafları çitler ve ağaçlar ile çevriliydi. Bu durum av hayvanları için mükemmel bir habitat oluşturuyordu. Çiftliğin içinden geçen kurutma kanallarındaki su, tarlalardaki hasat kalıntısı ve otlar tarafından süzüldüğü için son derece temiz akardı. Bu kanalların kenarlarında saatlerce balık tuttuğumu hatırlarım.

1960lı yılların sonuna doğru tarım ekonomisi değişmeye başladığında, babam bütün diğer çiftçilerin yapmakta olduğunu yaptı ve daha önceden sürülmemiş heryeri, her otu sürdü. Hayvanlarını sattı ve çitleri kaldırdı. Bunun amacı heryeri sürerek üretimi artırmaktı. Amerikan çiftçisi o zamanlar dünyayı beslemek için bunu yapmaya cesaretlendiriliyordu. 1970lerin sonuna doğru çevre çok değişmişti. Çiftçiler sahip oldukları arazinin son santimine kadar ekiyorlardı. Entansif üretim, yaban hayatı için hiç yer bırakmıyordu ve yaban hayatı sayıları azalmaya başladı.

Amerikan Ortabatısı 1977 ve 1978 yıllarında iki sert kışı üstüste yaşadı. Kalan sülünler ve diğer kuşlar için sert kışı geçirecek ne bir korunak ne de yeterince yiyecek kalmıştı. Korkunç bir kayıp yaşandı. Bu habitat kaybı ve sert kışlar boyunca çiftliğimizin bir taraftan tam ötekine gidişini yaşadım. Bir zamanlar yaban hayatı için çekim merkezi olan çiftliğimiz şimdi hiçbirini hayatta tutacak halde değildi. Yaşanan değişikliklerin buna neden olduğunu biliyordum ama o zamanlar çiftliğimiz için başka çare yok gibiydi.

Çocukken çok sevdiğim şeyleri özlüyordum. Kendi ailemi kurduğumda, çocuklarımın benim yaşadığım deneyimleri yaşayamayacağını hissettiğimde büyük kaybın farkına vardım. O zaman çiftliğime habitatı geri getirmenin yollarını araştırmaya başladım ve Amerikan Tarım Bakanlığınca önerilen Koruma Rezervi Programını (CRP) buldum. Gençliğimdeki habitatı geri getirmeye çalıştığımda devletin bana para ödeyeceğini öğrendiğimde çok heyecanlanmıştım. İlk projeyi tamamladığımda yeni projeler için hazırdım bile..

ME – Bize tarımsal uygulamalarınızdan ve bunların yaban hayatına nasıl katkıda bulunduğundan bahseder misiniz?

JH – Bütün tarlalarımı no-till tekniği ile ekiyorum. Başlıca amacım, toprağı korumak ve yaban hayatı için geride bir şeyler bırakmak. Bu tekniği uyguladığımda toprağı sürdüğüm zamanlara göre masraflarımın azaldığını ve kar ettiğimi gördüğümde çok şaşırdım. No-till yöntemi kullanarak tarladan tarlaya gidiş sayılarını azalttım. Bu toprağı daha az rahatsız etmemi sağladı. Yine bu yöntem ile hasattan sonra tarlada bırakılan kalıntılar, yeni ekim mevsimine kadar yaban hayvanlarına yiyecek ve habitat sağlıyor. Bu aynı zamanda sert geçen kış dönemlerinde saklanacak yer demek..

ME – Arazinizin bir kısmını hiç ekmeyerek yaban hayatına ayırıyorsunuz ve kalan arazinizi de no-till tekniği ile ekiyorsunuz. Bütün bunlar cebinize fazladan para koymuyor. Korumacılık size pahalıya mal oluyor mu? Yoksa hükümet destekleri ve no-till tarımındaki masrafların azalmasıyla korumacılık daha mı karlı?

JH – Arazimin yalnızca bir kısmını hiç devlet desteği almadan doğal hayat ayırdım. Bu kısımlar çeşitli nedenlerle devlet desteği almıyor ancak bana göre tam bir koruma habitat planı için ayrılması gerekliydi. No-till ise bu desteklerden tamamen ayrı bir konu. O konuda herhangi bir destek almıyorum. Bence bu yaptıklarımın tam karşılığı banka hesabımdaki paranın artması değil, bu çiftlikte yeşermesine yardımcı olduğum yaban hayatını seyretmenin verdiği hazdır.

ME – Korumacı tarımın yaban hayatına olan katkısından başka yararları nelerdir? Örneğin çevreye yararı nedir?

JH – Ben aynı zamanda yerel sulama birliğinde komisyon üyesiyim. Bu bölgede toprağı olan ve suyu kullanan herkes için iyi sulama sisteminin ve etkin kurutma kanallarının devamını sağlamak benim sorumluluklarımdan birisi. Korumacı tarım yöntemleri popüler hale geldikten sonra, suya karışan toprak oranında büyük azalmalar oldu ve kurutma sistemleri sağlıklı hale geldi. Sulak alanlara ve tarlalarımıza ekilen doğal otlar ve habitat sistemleri sularımızı pestisitlerden ve gübrelerden temizleyen birer filtre görevini görür oldular ki bu hem sulama sistemlerimiz için hem de su kaynaklarımız için çok önemliydi.

ME – Komşularınız sizin korumacı uygulamalarınız hakkında ne düşünüyor? Diğer arazi sahiplerinin yaklaşımı nasıl?

JH – Komşularım eskiden bana gülerek bakardı, ama şimdi aynı programlardan yararlanarak aynı sistemi kurmaya çalışıyorlar. Arazi sahipleri ve benim tarla kiraladığım kişiler de o eski yıllarda buraların nasıl olduğunu bilen insanlar. Paraları gelmeye devam ettikçe habitat yaratma fikri hoşlarına gidiyor.

ME – Korumacılık ve doğanın insan tüketimi için kullanılmasındaki felsefeniz nedir? Demek istiyorum ki, hem çiftçilik yaparak hem de doğadan kazandığınızın bir kısmını doğaya geri vermedeki felsefi nedeniniz nedir?

JH – Toprak üzerinde yaşayan bizlerin toprağa iyi bakmamız gerektiğine inanıyorum. Hem toprağımızı korumak, hem de yaban hayatı için habitat sağlamak anlamında. Eğer çevremizde görebileceğimiz ve beraber yaşamaktan mutluluk duyacağımız hiçbir yaban hayvanı olmasaydı ne kadar yalnız bir dünya olurdu... Doğayı kendi amaçlarımız doğrultusunda kullanmaya gelince.. Dünya nüfusunun önemli bir çoğunluğu et ile beslenmektedir. Etin marketlerden gelmesi ile çiftliğimdeki otlardan yetişmesi arasında bir fark görmüyorum. Çiftliğimde yaban hayatı çok çeşitli ve zengindir ve sıkça avlanmaktadır. Avcılık için konulmuş olan kurallar, bu zengin yaban hayatını korumak ve geliştirmek üzere konulmuştur.

ME – Teşekkür ederiz, Sayın Heinz.

2 Nis 2007

Çocuklar için sulak alanlar, Sulak alanlar için çocuklar...

Su sorunu heryerde

Su artık her akşam haber bültenlerinin olmazsa olmaz konularından birisi... Bu yaz arabasını hortumla yıkayan birisini gördüğümüzde kızgın gözlerle uzun uzun süzeceğiz gibi ... Ya da çocuğumuz TV seyrediyorsa sabahları traş olurken musluğu kapatmaya gelecek.

Su için alınacak önlemler bu kadar basit mi? Arabamızı yıkamaktan vazgeçtik, traş olurken de dikkat ettik. Hepsi bu kadar mı?

Çiftçilerimiz de bu yaz susuzluktan nasiplerini alacaklar. Kanaletlerden bahçe aralarına gürül gürül akan su görüntüleri mazide kalmış gibi görünüyor. Çiftçilerimiz ya damlama sistemini keşfedecek veya uzun yaz gecelerinde su başında kavga edecekler. Pamuk tarlalarında savakları gölleme su ile doldurduğumuz günler, bir daha gelmemecesine gitti sanırım.

Perşembenin gelişi

Neyi yanlış yaptığımızı çok konuştuk. Hala da kirlenme ve suyun yanlış kullanımı konusunda çok nutuk dinliyoruz. Hem biz vatandaşlar, hem de suyun yönetiminden sorumlu devlet yetkilileri Perşembenin gelişini Çarşambadan göremedik. Barajlarımız küresel ısınma nedeniyle boş kalmışmış. Küresel ısınma sanki bir iki yılın sorunu imiş gibi.

Bugüne kadar makro bir önlem alınmadı. Hala da alınacak gibi görünmüyor. Valiler toplanıyor, seminerler yapılıyor, sonuç yok. Kirlilik ölçüm istasyonu deniliyor, başka da bir şey yok. Entegre Havza Yönetim Planı nerede? Nehir Havzası Çalışma Grubu bugüne değin ne yapmıştır? Bu sorularımız yanıt bekliyor.

Öte yandan, su kaynaklarımız gayrı profesyonel yöntemlerle çarçur edilmeye devam ediyor. Ülkemizde ve bölgemizde suyun öneminin ve sulak alanların kıymetinin çocuklarımıza anlatılacağı programlar yapılmamış.

Sulak alanlar ve çocuklar

Sulak alanların kıymetini anlatabilmek için, yerinde görmek lazım. Çocuklarımıza suyun ve doğanın önemini yerinde gösterip öğretebilmeliyiz. Bunun için yerler, müzeler ve eğitim merkezleri hazırlamalıyız. Okullar bu merkezlere geziler düzenlemeli. Haftasonları aileler hem gezip hem de öğrenebilirler.

Sulak alanlar, atmosferden karbondioksit emilmesinde bir ormanın 4 katı daha fazla etkilidir. Sel sularının emilmesinde ise en büyük etmendir. Suları biriktirir. Yeraltı sularını besler. Toprağın kimyasal yapısını dengede tutarak verimliliği sağlar. Havayı yumuşatır. Doğal zenginliği barındırır.

Çocuklarımıza sulak alanlarımıza duyduğumuz ihtiyacı öğretmeliyiz. Çünkü gelecekte onlara ihtiyaçları var. Sulak alanların da çocuklarımıza ihtiyacı var. Onlara sulak alanları şimdi göstermeliyiz ki, gelecekte bu konuda adım atsınlar ve korusunlar.

Çocuklar ördeği, su çulluğunu, beyaz balıkçılı, gri balıkçılı, pelikanı ve daha nice hayvanın yuvası olan sazlıkları TV belgesellerinde değil, yerinde izleyip öğrenmeliler.

Bunun için ovamızdaki sulak alanlarımızı koruyup geliştirmeliyiz. Öğretici ve saklayıcı merkezler inşa etmeliyiz. Bu hem istikbalimize yapacağımız bir yatırım, hem de yöremizin ekolojik turizme atacağı bir ilk adım olacaktır.

Mehmet Ekizoğlu